Etiket: sebat

  • NASREDDİN HOCA’NIN EŞEĞİ

    NASREDDİN HOCA’NIN EŞEĞİ

    Nasreddin Hoca dilinde neşeli bir türküyle hızlı hızlı köyün etrafında dolaşmaktadır. Köylüler kendisinin bu halini görür ama ne yaptığına bir türlü anlam veremez. Nihayet birisi çıkar sorar:

    – Hoca hayırdır, ne arar, ne gezersin?- Eşeğimi kaybettim de onu arıyorum
    – E bu neşeli türkü niye? Eşeğini kaybeden bu kadar neşeli olur mu?
    – Bir umudum şu dağın ardı… Orada da bulamazsam gör sen bendeki feryâdı.

    Bugünkü tahliyelerden sonra anladım ki; yine de bir umudumuz varmış. Birileri “ben zaten biliyordum” havasına girse de bakmayın, herkesin yine de fikren dayandığı son kale, en azından ilk operasyonda ne idüğü belirsiz karanlık kara para işleri çevirenlerin cezalarını almasıymış. Hepimiz ilk defa paranın, malın, mülkün, siyasi gücün birilerini içeri tıkmaya engel olmaması gibi harikûlâde demokratik ve adil bir şey ile karşı karşıya idik ve bu da bizler için bir güvenceymiş demek ki.

    Ne var ki eşeğimizin o dağın ardında olmadığını görmemiz de uzun sürmedi. Bugün kamu vicdanı yalama oldu.

    Adalete ve devlete duyulan güvensizlik toplumun yaşama motivasyonunu düşürür, tükenmişlik sendromuna yol açar. İnsanlar bilecek ki ne kadar çalışsa da bazıları kadar imtiyaza sahip olamayacak; önünün kesilmesi için birilerinin istemesi yeterli olacak. Bir takım imkanlardan faydalanmak ve eşit muamele görmek için sebat ve çalışkanlık değil, “dayılar” ve yalakalık geçerli olacak.

    Bu şartlar altında ülkenin üreten, çalışan, ümit eden, değer katan kesiminden hiçbir şey bekleyemezsiniz.

    Hoşgeldin ‘Anomi’.

  • KAT’İ TEMİNAT

    İç içe bükülüp kıvrılmış her şeyi bırakınca açılacak kabul ettim.

    Açılınca kırışık kalacak olmalarını da kabul ettim.

    Kırışık denen şeyin gölgeli halini de kabul ettim.

    Kırışık şeye bakınca, düz görmeyeceğim… Kabul ettim…

    Düz görmek için düşünmemek gerek ya, onu da kabul ettim.

    Düşünmemek için ölmek gerek, kabul ettim.

    Ölmek için kaybedecek bir şeyinin olmaması gerektiğini de kabul ettim.

    Kaybedecek bir şeyin kalmaması iki türlü: Ya hiçbir şeyin olmaz, ya da zaten her şey senindir. -Kayıplar da senindir- Bildim, anladım, kabul ettim.

    Her şeyin benim olmasını değil ama hiçbir şeyim olmamasını kabul ettim.

    Hiçbir şeyim olmamasını kabul ettim, ama beceremedim. İşte onu beceremedim.

    Tutulacak her yanı kazıklara bağlanmış bir at gibiyim ağzı köpüklü…

    Kıyıya ulaşmaya çalışırken dalga kırana çarpan bir deniz, üstü köpüklü…

    Sular kesilmiş gibi arınırken tam, her yanım köpüklü.

    Şu hayat, şu mânâ, şu gerçek denen şey hep bir köpüklü.

    Bir illet ki vücuda bulaşmış gibi, ağza bulaşmış gibi, suya bulaşmış gibi, kaygan, kaypak bir zehir.

    Bir zehir ki dermana bulaşmış gibi, mümkünü yok yaşamanın, mümkünü yok ölmenin, mümkünü yok doğmanın, kabul etmek ne mümkün?

    Bir kabul ki, her şeyi içine alır da bir türlü kaybetmeyi almaz, beceremez, bebeğe süt gerek, bebeğe sevgi,

    Bir bebek ki büyümez, büyüse ölmez, ölse dirilmez, dirilse yine kıyamet,

    Bir kıyamet ki insana bulaşmış, mümkünü yok günahın, mümkünü yok sevabın, mümkünü yok ölmenin, tartmak ne mümkün?

    Ne mümkün nezaket, ne mümkün hoyrat olmak, kontrolun nesi mümkün, nasıl mümkün onu elden bırakmak?

    Akıllı işi değil şu “mânâ aramak”,

    Akıllı işi değil sevmek, görmek, gitmek, yine sevmek, görülmek, gelinmek, gelin, damat, hayat, memat…

    Deli işi de değil hepsini bir kenara bırakmak.

    Siyahlar, beyazlar, beyazlar, yine siyahlar, beklemek, görmek, görülmek, gelin, damat, sabır, sebat…

    Akıllı işi değil seyahat, oradan oraya, ne sıla, ne gurbet.

    Mekânsızlık başka, imkânsızlık ona keza, bir kansızlık durumu bu, öyle çirkin, öyle menfî…

    Bu öylesine bir ölüm ki…