Geçtiğimiz ay Güneş Sistemi dışı gezegenler hakkında başladığımız “UZAK GEZEGENLER” yazı dizimize devam ediyoruz.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Orhan Veli Kanık
(Açık Bilim Dergisi‘nin Ağustos 2012 sayısında yayınlanmıştır.)
“Göç…”
İnsana sadece kendi varlığı ile pek çok duyguyu tek seferde anlatan pek az kelimeden birisidir. Göç hem ümittir, hem de acı. Bir defa insan niçin doğup büyüdüğü, yerleştiği toprakları terk etsin? Eder. Tarihte pek çok zaman etmek zorunda kalmıştır. Bunun sebebi değişen iklim, yapısı bozulan alanlar, ortaya çıkan kıtlık olabileceği gibi, istenmemek, baskı altında kalmak, huzurun ve düzenin başkaları eliyle aleyhte bozulması olabilir ve göçler çoğu zaman tarihi değiştirmiştir.
İnsanın azmi ve imkânı olduktan sonra erişemeyeceği hiçbir şey olmadığına inananlardanım. Tamam, kabul ediyorum: Bu çok iyimser bir yaklaşım. Pek çok insanın arzu ettiği mutlu bir dünyanın hâlâ yaratılamamış olduğu gerçeği önümüzde kaskatı duruyor, ancak yaşama arzusu o kadar güçlü bir duygu ki, tüm bu gerçekliğin aksine, belki kavramlara ve hayallere erişememiş olsak da umutlarımızı yeşertmek için yeni topraklara daima ve daima göç etmişiz.
Başta Paskalya Adası olmak üzere Pasifik adaları bu açıdan oldukça ilgi çekicidir: Paskalya Adası en yakın kara komşusu 3700 km. doğudaki Şili kıyısı ile 2000 km. batıdaki Pitcairn Adaları iken, M.S. 600 yılında sadece sandallarla yanlarında tavukları ve köpekleri ile buraya gelip yerleşmiş insanlar olmuş (1). Jared Diamond’un tabiriyle bu ada o kadar küçüktür ki, insan uçakla oraya alçalırken, “ya uçak bu adayı ıska geçer ve sonra kaybeder de inemezse?” diye düşünür… Ama göç güdüsü, denizciliğin gelişmediği, pusulanın olmadığı bir tarihte insanları tahta kanolarla okyanusa açılarak bu küçük adayı bulmaya ve oraya yerleşmeye itmiştir. Peki bu kadar tehlikeyi göze aldıran nedir?
Zulümden ya da yoksulluktan kaçmak mı? Belki… Ama muhtemelen tek başına bu sebep yetersiz. Zira daha başka yerlerde çoktan yerleşildiği bilinen başka topraklar var.
Ya merak ve keşfetme arzusu?
Olabilir… Kimi insanlarda –ve insan topluluklarında– merakın ve ümidin diğer insanlardan çok daha fazla olduğu aşikâr. Tarihte yeni yerleri, yeni kavramları, yeni buluşları ortaya çıkaranlar bu arzu ve meraklarının peşlerinden gidenlerdir. Bu arzuların peşinden gitmek için, mevcut durumdan da epey bir rahatsızlık çekiliyor olunmalı. Mesela Orhan Veli’nin meşhur Anlatamıyorum şiirinin son dört dizesi bu dünyadan pek de keyif almayanların ümidini yansıtır dizelere.
Peki… Dünya bizleri kesmiyor. Bu gezegenden de artık ümidimizi kesmişiz. Gelecek de pek iyi görünmüyor zaten: Yeni teknolojiler geliştirmediğimiz sürece çözemediğimiz enerji ve çevre problemlerimiz olacağı çok net olarak görülüyor.
Günü geldiğinde ve ihtiyaç duyduğumuzda başka gezegenlere göç edebilecek miyiz?
Kolonizasyon ve dünyalaştırma, dergimizdeki daha önceki yazıların konusuydu (2, 3). Biz bu yazımızda, 1992 yılından bu yana keşfedilen gezegenlerden bahsedecek, “Bize anayurdumuzu aratmayacak gezegenler var mı?” sorusunun yanıtlarını arayacağız.
Öncelikle keşiflere genel olarak bakalım:
Keşiflerin karnesi
Yazı dizimizin ilk yazısında ilk gözlemin 1988’de yapıldığını yazmıştık. Bu keşfe yönelik gözlemler 1989 yılında tamamlandıysa da bunların doğrulanması 2003 yılını buldu. Eğer gözlenmiş ve daha sonra doğrulanmış olan uzak gezegenleri gözlendikleri tarihlere göre sıralayacak olursak aşağıdaki grafik karşımıza çıkar:
Bu grafikten görüleceği üzere keşif sayılarında çeşitli sıçrama noktaları bulunuyor. Bunlardan birincisi 1998 yılı. Bir önceki yıl hiçbir keşif yok iken, 1998 yılında 7 keşif yapılmış, ancak bu tarihten sonra keşifler sabit bir seyir izleyerek 2002 yılına dek yeni bir sıçrama yapmamış. 2002 yılında ise keşif sayısı 30’ları bulmaya başlıyor ve 2007 yılına dek böyle sürüyor. 2010 yılı itibariyle keşif sayıları üç basamaklı sayıları bulmaya başlıyor.
Bu sıçralamaların arkasında hem gözlem kabiliyetlerinin artışı, hem de giderek daha çok gözlemevi ve çalışma grubunun yeni gezegenlerin keşfine yönelmesi –ve elbette finansman bulması– var. Özellikle bu görev için fırlatılan uyduların ve bunlara bağlı başlatılan programların etkisi yadsınamaz. Örneğin 2007 yılındaki artış, büyük ölçüde 2006 yılında Fransızlar tarafından fırlatılan ve Avrupa Uzay Ajansı ESA ile ortak yürütülen COROT uydusunun devreye girmesinden besleniyor. Üç basamaklı sayılara ulaşmamızda ise 2009 yılında NASA tarafından başlatılan Kepler programı var. Mart ayında fırlatılan ve geçişlerin tespiti yöntemi konusunda uzmanlaşmış olan Kepler uydusu görevde olduğu 2 yıl boyunca 63 gezegenin keşfini sağladı. Bu sayının doğrulanmış gezegen keşiflerini ifade ettiğini tekrar söylemek isterim; zira Kepler’in toplamda gözlemlediği “gezegen adayı” sayısı 2300’ü aşıyor (5).
Gözlem kabiliyetlerindeki artışın gezegen keşiflerinde ne kadar önemli rol oynadığını anlayabilmek için birkaç grafiğe daha göz atmakta fayda var. Exoplanet.eu adresinin sağladığı “diyagram oluşturma” olanağı sayesinde keşfedilen gezegenlerin bir takım özellikleri 2 boyutlu bir şema üzerinde resmedilebiliyor.
Örneğin gezegen yarıçapları ile keşif yılları arasındaki ilişkiyi görmek istediğimizde ortaya çıkan manzara şöyle:
Grafikten de görüleceği üzere, kabiliyetler arttıkça daha küçük yarıçapa sahip gezegenlerin keşfi de mümkün hale geldi. İşte gezegenimize benzeyen, yaşanabilir kuşaktaki gezegenlerin keşifleri de böylelikle başlamış oldu.
Kayda değer keşiflerden bahsetmeden önce gezegenlerin nasıl ve neye göre isimlendirildiklerinden bahsetmekte fayda var; ki böylece bir gezegenin adını söylediğimizde onun hangi yıldız çevresinde döndüğü ve o yıldıza ait keşfedilen kaçıncı gezegen olduğuna dair bilgileri hemen anlayabilelim.
Eğer standart bir formattan bahsedebilecek olsaydık bu az çok şöyle bir şey olurdu:
Gezegen adı = Yıldız Sisteminin Adı + [Yıldızın Parlaklık Sırası] + Gezegenin Bulunuş Sırası
Yıldız sistemlerine isim vermenin şekli Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerin keşfinden çok daha uzun yıllar önce gelenekselleşmiştir. Bir yıldız sistemindeki en parlak yıldıza A kodu verilirken, diğerlerine parlaklık sırasına göre harfler verilmeye devam eder. Eğer bu yıldız sisteminde birbiri etrafında dönen yakın çift yıldızlar varsa bunlar ikinci bir küçük harfle temsil edilirler. Aa, Ab, B ve C gibi. Ancak bazen bu kuralın işlemediği durumlar da oluşur. Örneğin Alpha Centauri üçlü bir yıldız sistemidir ve iki yıldızı birbirinin çevresinde dönerler. Fakat bu yıldızlar Aa, Ab ve B olarak değil, A, B, C diye adlandırılmıştır. Tekli yıldızlarda herhangi bir harfli gösterim yoktur.
Yıldız sistemi adı ve parlaklık sırasına göre kodu belirlendikten sonra onun çevresindeki gezegenin adlandırılmasına “b”, yani “küçük b” harfinden başlanır. Daha sonra bulunuş sırasına göre ingilizce alfabedeki harfleri takip eder. Doğrulanmış gezegenler arasında en ileri harfe HD 10180 h sahiptir. Başka bir deyişle HD 10180 yıldızının doğrulanmış 7 gezegeni vardır (b, c, d, e, f, g, h) . Gezegen adayları arasındaki en ileri harfe yine aynı yıldıza ait bir gezegen, HD 10180 j sahiptir. Bu da bize aynı yıldızın doğrulanmamış ama gözlenmiş iki gezegen adayı daha olduğu bilgisini veriyor.
Çift yıldız sistemine ait bir gezegenin isimlendirilişine bir örnek vermek gerekirse HD 142022 Ab konumuza uygundur. Gezegen, bahse konu yıldız sisteminin en parlak üyesinin çevresinde keşfedilen ilk gezegendir. (Parlak olmayan üye etrafında dönüyor olsayd HD142022 Bb olacaktı.)
Ne var ki bu kurala aykırı isimlendirmeler de yapılmıştır. Örneğin Tau Boötis b gezegeni, bir çift yıldız sistemine ait olup, en parlak yıldızın çevresinde dönmesine karşın Tau Boötis Ab olarak isimlendirilmemiş ve A düşürülmüştür.
Bu isimleri karışık bulanlar da olmuş ve tıpkı bilim kurgu eserlerinde olduğu gibi bu gezegenlere özel isimler vermek isteyenler de ortaya çıkmıştır. Osiris (HD 209458 b), Bellerophon (51 Pegasi b), Zarmina (Gliese 581 g) ve Methuselah (PSR B1620-26 b) bu özel isimlere örnektir. 2009 Ekim’inde Max Planck Enstitüsü’nden W. Lyra, çoğu Roma ve Yunan mitolojisinden edinilmiş 403 isimlik bir liste oluşturmuştur, ancak Uluslararası Astronomi Birliği bu durumu pratik bulmadığı için bu konuda herhangi bir plan ya da öneriyi ne kabul etmiş, ne de tasarlamıştır. Yani şimdilik bu isimlendirme sistemi olduğu şekliyle devam ediyor.
Kayda değer keşifler
Şimdi de bu gezegen keşiflerinin ilklerinden bahsedelim:
Önceki yazımızdan ilklerin bazılarını biliyoruz. Bunlar 1992 yılında keşfedilerek ilk keşfedilen gezegen olma özelliğine sahip olan atarca (pulsar) gezegenleri PSR 1257+12b, PSR 1257+12c ve PSR 1257+12d.
Güneş benzeri bir anakol yıldızı etrafında döndüğü belirlenen ilk gezegen ise 1995 yılında keşfedilen 51 Pegasi b. 48 ışıkyılı uzaklıktaki gezegen Dünya’nın 150 katı kütleye sahip.
Yaşanabilir bölgede keşfedilen ilk gezegen: 2007 yılında Terazi takımyıldızında keşfedilen Gliese 581 d, yaşanabilir bölgede bulunan ilk gezegen olma unvanına sahip. 2011 yılında keşif hakkında yapılan güncellemelerle gezegenin yıldızına ilk düşünüldüğünden daha yakın olduğu bulunarak, gezegenin yaşanabilirlik vasfı da artmış. Gliese 581 d en olası okyanus gezegeni adaylarından. Yani gezegenin tamamı derin okyanuslardan oluşuyor olabilir. Aslında gezegenin güneşinden aldığı ışık, Dünya’nınkinin %30’u oranında, ancak sera gazlarının sıcaklığı gezegen içerisinde sıvı suyun varlığı destekleyecek ölçüde arttırdığı düşünülüyor.
Gliese 581 d keşfedildiğinde Avustralyalı ve Ukraynalı astronomlar ayrı ayrı oraya bir “selamlama” mesajı gönderdiler. 2008 yılı sonunda gönderilen mesaj 2029’da gezegene ulaşacak. Olası bir yanıtın bize dönmesi için tarihse 2049.
Kayaç yapıya sahip olduğu keşfedilen ilk gezegen: 2009’da keşfedilen CoRoT-7b ise Dünya gibi kayaç yapıya sahip ilk gezegen olma özelliğini taşıyor, ancak bu kayaların buharlaşarak kaya bulutları oluşturduğu ve arada bir de kaya yağmurlarına rastlanılan ilginç bir meteorolojisi var. Yıldızının çevresinde 1 dünya gününden çok daha kısa sürede dönen gezegen, ilk keşfedildiğinde üzerinde yaşam barındırma potansiyeli bulunduğu düşünülen ilk gezegendir ve 2011 Ocak’ında Kepler 10b keşfedilene kadar sahip olduğu, Dünya’nın 1,58 katı çapıyla, keşfedilen en küçük boyutlu gezegen ünvanını da taşımıştır. CoRoT 7b’nin kütlesi Dünya’nın 4,8 katıdır.
Keşfedilen ilk Süper Dünya: Yine 2009’da keşfedilen GJ 1214 b, gözlenebilen bir atmosfere sahip ilk Süper Dünya’dır. Süper Dünya, gaz cücesi olarak da anılan ve gezegenin kütlesine atıfta bulunan bir terimdir. Dünya’dan daha ağır olup, Uranüs ve Neptün’den daha küçük olan gezegenlere Süper Dünya denmektedir.
Galaksi değiştiren ilk gezegen: HIP 13044b’nin ise ilginç bir özelliği var. 2010 yılı Kasım ayında Şili’deki La Silla gözlemevi tarafından keşfedilen Jüpiter benzeri gezegenin düzensiz yörüngesinden dolayı, onun başka bir galakside oluştuğu ancak 6 ila 9 milyar yıl önce Helmi akımından bizim galaksimize dahil olduğu düşünülüyor. Helmi akımı, galaksimiz tarafından absorbe edilmeye başlanarak bir yıldız takımına dönüşmüş cüce galaksidir.
Dünya ölçülerinde olduğu keşfedilen ilk gezegen: 2011 yılında keşfedilen Kepler 20e ve Kepler 20f ise Dünyamız ölçülerindeki ilk gezegenlerdir. Kepler 20 yıldızı neredeyse güneşimizle aynı boyutta iken Kepler 20e ve 20f ise Dünya ölçülerine çok yakındır. Bu ölçüler Kepler 20e ve 20f’yi özel kılmaktadır. Gezegenlerin karşılaştırılması, geçiş yönteminin nasıl gerçekleştiği ile ilgili NASA’nın hazırladığı bir animasyona şu adresten ulaşabilirsiniz: http://kepler.nasa.gov/Mission/discoveries/kepler20e/
Olası bir yeni dünya: 2011 yılındaki bir başka keşifse Kepler 22b’dir. Daha önce de sıkça bahsedilen Kepler 22b ise Güneş benzeri bir yıldızın yaşanabilir alanında bulunmasından dolayı onu keşfedenler için heyecan verici olmuştur. Yaşanabilir bölgede bulunduğu tespit edilen ilk gezegen, Gliese 581d’den farkı öncelikle yıldızının Güneş benzeri bir yıldız olmasıdır. Diğer bir farkı da Kepler 22b’nin muhtemelen kayaç bir yapıya sahip olma olasılığı (5).
Gökyüzüne el sallamak: Komşu gezegenler: Kepler 36b ve Kepler 36c aynı yıldız çevresinde dönen birbirine çok yakın iki gezegendir. Her 97 günde bir, bir gezegenin gökyüzü manzarasını diğer gezegen oluşturmaktadır. İki gezegen birbirine yaklaştığında aralarındaki mesafe Dünya ile Ay arasındaki mesafenin 5 katından daha az bir uzaklığa denk düşmektedir.
Tatooine / Fazla güneş göz çıkarmaz: Kepler 34 ve Kepler 35 çift yıldız sisteminin çevresinde dönen gezegenler, Kepler 34b ve Kepler 35b, Star Wars filmindeki Tatooine gezegeni gibi, iki güneşin batışına şahit olmaktadır.
Yıldız olmaya ramak kala: HAT-P-2b gezegeninin neredeyse tüm atmosferi hidrojen gazından oluşmaktadır. Jüpiter’in 8,2 katı kütleye sahip olmasına karşın çapı Jüpiter’inkinin sadece 1,18 katı. Bu da demek oluyor ki, eğer bu gezegen sahip olduğu kütlenin yarısına daha sahip olsaydı, mevcut koşullar orada bir fizyon başlatmaya ve gezegeni bir yıldıza çevirmeye yeterdi.
“Seninle cehennem ödüldür bana”: WASP-12b, 2250 derecelik yüzey sıcaklığı ile keşfedilen en sıcak gezegen unvanını elinde bulunduruyor. Yıldızının çevresinde sadece bir Dünya gününde dönen gezegen, günün birinde ne için kullanılır bilinmez.
Kuyruklu gezegen: Bir gezegen düşünün ki, yıldızına çok yakın ve yıldızının buharının içerisinden geçiyor. HD 209458b böyle bir gezegen ve döndükçe arkasından kuyruğu uzanıyor.
Başka gezegenlerden kaderimizi okumak
Şüphesiz yeni keşfedilen gezegenler bizlere Dünya’nın ve Güneş Sistemimizde bulunan diğer gezegenlerin yaşam döngüleri, geçmişleri ve akıbetleri hakkında da fikir veriyor.
Evrende çok çeşitli kütlelerde, çok çeşitli konumlarda pek çok gezegen var. Hayal gücümüzün sınırları bu gezegenlerin gerçekliğine kavuşurken, onlara şöyle bir uzaktan bakmaktan ötesini yapabileceğimiz bir zaman olup olmadığını bilemiyoruz. En azından bu satırlar yazılırken, NASA’nın Mars’a gönderdiği Curiosity aracı Mars’a bir günlük mesafede ve kendisi bize komşu gezegenimiz hakkında pek çok bilgi verecek.
Keşfedilen dış gezegenlerden bize en yakın olan HD 20794 b 6,06 ışık yılı uzaklıkta ve sahip olduğumuz teknoloji ile oraya başarılı bir görev gerçekleştirerek bilgi almak imkânımız maalesef yok. Fakat teknik ilerledikçe uzaktan algılayabildiğimiz boyutların da değişeceğini öngörmek zor değil.
Şimdilik sadece bekliyor olacağız ve Orhan Veli gibi bizler de “Bir yer var biliyorum…” demeye devam edeceğiz.
Notlar
(1) Jared Diamond, Çöküş: Medeniyetler Nasıl Ayakta Kalır ya da Yıkılır? Timaş Yayınları.
(2) Kaan Öztürk, Uzay Çağı Henüz Başlamadı: O’Neill’in Uzay Kolonileri Vizyonu , Açık Bilim Çevrimiçi Dergisi, Haziran 2012.
(3) Tevfik Uyar, Kızıl Mars: Kolonileştirme Nelere Gebe? , Açık Bilim Çevrimiçi Dergisi, Ocak 2012.
(4) http://exoplanet.eu/catalog/ adresinde yer alan veriler veritabanı olarak indirilebiliyor. CSV olarak indirilerek Excel üzerinde çalışılabilir.
(5) Işıl Arıcan, Yaşanabilir Kuşakta Bir Dış Gezegen, Açık Bilim Çevrimiçi Dergisi, Ocak 2012.
Kaynaklar:
– NASA Kepler Program, http://kepler.nasa.gov/
– The Extrasolar Planets Encyclopedia, http://exoplanet.eu
– Exoplanet Orbit Database, http://exoplanets.org
– Wikipedia (İngilizce)
– Vikipedi (Türkçe)
– Discovery News
– Science Daily
Bu yazı dizimizdeki geçmiş yazılar:
UZAK GEZEGENLER-1: ORDAAA BİR GEZEGEN VAR UZAKTA
Yazının ana kaynağı:
Ağustos, 2012 – Açık Bilim Dergisi
http://www.acikbilim.com/2012/08/dosyalar/uzak-gezegenler-2-kayda-deger-gezegenler.html