Etiket: Astronot

  • ŞURADAN İKİ NEPTÜN UZATIR MISINIZ?

    İnsanın aya ayak basmasından 5 yıl önce, 1964 yılında Avusturyalı gazeteci Gerhard Pistor bir turizm acentasının kapısından içeri girip aya bir bilet istedi. (daha&helliip;)

  • GELECEĞİN ASTRONOTLARI

    Bir süre önce bir Avrupa gezisine çıktım. Bu gezim sırasında kimi zaman planlı, kimi zaman da vakit buldukça bazı müzeleri ve çocuklar için kurulmuş deney merkezlerini gezdim. Öncelikle kendi meraklarımı gidermek için gezmiş olduğum bu yerlerde çocukların fen ve teknoloji konularındaki eğitimi problemine yönelik bir bakış açısı geliştirebilmek ve devletlerin bu konularda yürüttüğü politikaları görmek için özellikle bazı konulara dikkat ettim.

    Sözgelimi, Viyana’daki Doğa Tarihi Müzesi, Sofya’daki Dünya ve İnsan Müzesi özellikle çocuklara yönelik müzeler olmasa da, minik arkadaşlarımız unutulmamış ve onların merakını cezbedebilecek pek çok uygulamaya yer verilmişti. Frankfurt’ta ise EXPERIMINTA adlı bir bilim deney merkezi ise tamamıyla çocuklara yönelik hazırlanmıştı. Hatta öyle ki, tek başına bir yetişkin olarak içeriye girmek istediğim zaman resepsiyonda bana sırtı dönük olan kadın buna gülmüştü.

    Her müzeyi, her merkezi gezerken aklımda tek bir soru vardı: Türkiye’de bu tip merkezler nerelerde var? Onların nitelikleri nasıl?

    Ve nihayet geçtiğimiz haftasonu Eskişehir’deki Bilim Deney Merkezi ile Uzay Evi’ni, bugün de Şişli’deki bilim merkezini gezdim. Gezerken elbette bir çok konuyu karşılaştırma imkanı da buldum. Bu hususlardan kısaca bahsedeceğim. Detaylı bir değerlendirmeyi ise bir dosya yazısı olarak daha sonrasınra bırakmayı düşünüyorum.

    Türkiye’deki bilim deney merkezleri

    Her şeyden önce 1998 yılından bu yana Şişli’de faaliyet gösteren Şişli Belediyesi Bilim Merkezi’ni harikulade buldum. Bir deney merkezi olarak yapılanmış olan ana binadaki gezim etkinliklerinin yanısıra, bir çok atölye çalışması ile de çocuklar için muazzam bir bilim etkinlikleri yelpazesi sunuluyor. Fizik konu ve deneylerinin ağır bastığı merkezde özel olarak bir cam içerisine saklanmış birkaç türü de görmek mümkün. (Daha fazla bilgi için: www.bilimmerkezi.org.tr)

    Eskişehir’de Nisan 2012’de faaliyete başlayan Bilim Deney Merkezi’nde ise yine fizik deneyleri ağırlıklı olmak üzere çok çeşitli aletler, rehberler eşliğinde gezilen salonda çocuklara sunulmuş. İlk etapta Ali Kuşçu, Albert Einstein, Marie Curie gibi bilim insanlarının sesli animasyonlarıyla karşılandıktan sonra hareketli dinozor modellerinin sergilendiği bir oda geziliyor. eski Türk bilim insanlarının yapmış olduğu makinaların gösteriminden sonra fizik deneylerinin izlenmesine geçiliyor. (Daha fazla bilgi için: http://www.eskisehirbilimdeneymerkezi.com/)

    Her iki bilim deney merkezinde de rehberler size eşlik ediyor ve aletleri tanıtıyorlar… Ancak…

    Frankfurt’taki EXPERIMINTA’DA çocukların serbestçe gezmesi ve istedikleri aletle istedikleri kadar istedikleri şekilde oynaması mümkün ve öğenciler, kendi öğretmenleri aracılığıyla geziyorlar. Özellikle istenmedikçe bir rehber eşlik etmiyor.

    Şişli’deki Bilim Merkezi’nde ise, eğer merkez kalabalık değilse çocuklar EXPERIMINTUM’daki özgürlüğe sahipler. Fakat kimi zaman günde 800 kişiyi bulan ziyaretçi sebebiyle hafta içi yoğun zamanlarda çocuklara yine rehberler eşlik ediyor ve belli bir program dahilinde göreceklerini görüp çıkıyorlar.

    Eskişehir’deki bilim deney merkezinde ise gezimler saatli. Çocuklar, saat başı başlayan gezi süresince rehberi takip etmek zorundalar. Programdan kopmamaları gerektiği için rehber müsaade etmedikçe aletleri deneme şansı bulamıyorlar. Bir aletle fazlasıyla ilgilendikleri kimi zaman ise kalabalıktan kopabiliyorlar.

    Lakin merkezin yeni açılması dolayısıyla ilgi yoğun ve her seans, velileriyle beraber gelmiş kalabalık bir çocuk grubu tüm biletleri tüketiyorlar. Bu durum, şartlar sebebiyle gerçekleştirilen zorunlu bir uygulama ise, bu anlaşılır bir şey. Fakat bence tüm deney merkezlerinin Frankfurt’taki muadilleriyle aynı sistemi uygulaması, çocukların deneyleri ve sergi ürünlerini serbestçe, özümseyerek anlayabilmeleri için bence önem teşkil ediyor.

    Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim; bir deprem ülkesi olduğumuz için her iki merkezde de yurtdışındaki muadillerinden farklı olarak birer deprem simülatörü vardı. Eşyaların sabitlenmesinin, panik yapmadan yere, doğru pozisyonda uzanmanın öneminin anlatıldığı simülatörler, hareketli bir platform üzerine inşa edilmiş gerçek odalar halindeler. Bu konunun unutulmaması ve çocukların bu konuda özellikle bilinçlendirilmesi takdire şayan.

    Sabancı Uzay PEvi

    Eskişehir’de, hemen bilim deney merkezinin yanında konuşlanmış olan uzay parkı tahminimin çok ötesinde bir seyir keyfi sunuyordu. Planetaryum şeklinde düzenlenmiş özel salonda, koltuklarınıza yatıp, tavana bakıyorsunuz. Az sonra ışıklar kapatılıyor ve kısaca uzay tarihine değinen, görsel olarak çok zengin kısa bir film oynatıldıktan sonra, gerçek zamanlı olarak gezegen ve yıldızların konumunu sağlayan üç boyutlu bir program aracılığıyla evrende ne kadar küçük bir yer teşkil ettiğimiz oradaki görevlilerce anlatılıyor.

    Sadece Bilim & Teknik dergisinin verdiği yıldız haritasına bakarak, gökyüzündeki yıldızların konumunu bulmaya çalışan ve bundan heyecanlanarak astronom ya da astronot olmayı kafaya takmış bir çocuk olduğumu hatırlayınca düşünüyorum ki, bu imkanlara sahip olup bu görüntüleri izleyen çocuklar kimbilir ne hayallere kapılıyorlar!

    Giderek bir bilim, kültür ve sanat şehri olan Eskişehir’in Türkiye’nin nitelikli, yetişmiş ve kendi alanlarında önemli işler başarmış müstakbel sanatçılarını, mühendislerini, astronotlarını vb. yetiştireceğini söyleyebiliriz.

    Vakit kaybetmeyin…

    Tüm bu imkanları sağladıkları ve görevlerini en iyi şekilde yerine getirdikleri için Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’ne, Şişli Belediyesi’ne ve orada Türkiye’nin ilk bilim merkezini kuran Türkiye Bilim Merkezleri Vakfı’na da özellikle teşekkür ederim.

    Göreve geldiği günden bu yana Eskişehir’e karakter kazandıran ve üç seçimdir belediye başkanlığı koltuğunu hakeden Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşan sahip olduğu vizyonu için -naçizane- takdiri ve övgüyü hakediyor.

    Her üç merkeze de finansal olarak destek olan sponsorlar da alkışı hakediyor.

    Okurlarıma naçizane tavsiyem ise, çocuklarını bir an önce bu merkezlere götürmeleri ve onlara vizyon kazandırmalarıdır. Bir bilim merkezini gezip, görüp anlamış bir çocukla görmemiş bir çocuğun aynı bakış açısına olabileceğini söylemek çok zor.

    Bu arada; Gaziantep’te de bir adet bilim merkezi ve gezegenevi bulunuyor. Kısmetse orayı da uygun bir zamanda ziyaret ettiğimde, seriyi tamamlamış olacağım.

    Herkese iyi haftalar.

  • İddia Bayisi Mezunları

    Geçtiğimiz günlerde güzel anadolumuzda Mustafa adında bir postacı, Mısır ve Ortadoğu’da görülen, tür adı Jaculus Jaculus olan bir çöl kemirgeni ile karşılaşmış, bu hayvanı yakalayarak evine götürmüş, fotoğraflarını da çektikten sonra doğaya geri salmış. Onu öldürmemesi, evine götürüp incelemesi, fotoğraflarını çekmesi takdir edilesi bir davranış. Tabi bir anadolu ajansı muhabiri haberi alınca gelmiş ve “görenleri şaşkına çeviren hayvan” başlığı ile haber yapmış.

    Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Prof. Dr. Celal Şengör, konuyu köşesine taşımış ve bakın ne kadar doğru bir noktaya parmak basıyor:

    Mustafa Bey’in fotoğrafında gördükleri hayvan, Mısır ve Orta Doğu’da yaygın olarak bulunan bir çöl kemirgeni olup, adı Arapça «cerbua»dır. Buna «küçük Mısır cerbuası» da denir. Linné sınıflamasındaki adı ise Jaculus jaculus olup hayvancağız daha 1758’de İsveç’te oturan büyük biyolog Linné tarafından bizzat isimlendirilmiştir.

    Yani elin İsveçlisinin bu hayvandan 1758’de haberi oluyor da, bizim aziz milletimiz 21. yüzyılda gazete denilen paçavralarında bu pek sıradan hayvancağızı «görenleri şaşkına çeviren bir hayvan» olarak betimliyor. Sıradan diyorum zira hani soyu tehlikede olanlar sınıfında falan bile değil bu hayvan. Yani mebzulen mevcut.

    Eh fevkalâde sıradan bir karst hadisesi olan obruk oluşumunu ikide bir sahifelerinde «kıyamet alâmeti» diye haber yapan kazmalar gazeteci oldukça, garibim cerbua da «görenleri şaşkına çeviren hayvan» oluverir.

    Aziz ve kıymetli vatandaşım postacı Mustafa Selçuk Bey’in büyüdüğü yerde bir doğa tarihi müzesi olsaydı veya kitapçılarında bir zamanların «Hayvanlar Ansiklopedisi» gibi kitapları bulunsaydı, o da belki cerbuayı tanıyıp geçerdi. Merakı onu bu hayvanı yakından tanımaya teşvik etmiş, ama Mustafa Bey’in başvurabileceği ne bir kütüphanesi, ne bir müzesi ne de bir üniversitesi vardır.

    Bu hadise ve özellikle altını çizdiğim satırlar, bence bizlerin bugünkü halinin temel sebebidir.

    Bizler bilimsel –ve dolayısıyla tarafsız- düşünmeyi, tartışmayı beceremiyoruz. Adımlarımızı da buna göre atmıyoruz. İşin kötüsü, bu konudaki eksikliklerimizi de görmüyor ve ilerlemeye de çalışmıyoruz.

    Sevdiğim bir dostum ve kardeşimin harika bir önerisi var; kendisine mi aittir bilmem, öyleyse de tekrar kendisini takdir ediyorum: “Bu ülkede şans oyunlarını yasakladığın zaman gelişebiliriz”. Ne kadar doğru: Sanırım hepimizi o kısa yoldan köşeyi dönme ümidi yaşatıyor. Çevremizde olup bitenlere tepkisizliğimiz, kabullenişimiz hep bu köşeyi dönme ümidinden. Yine sevgili bir dostum olan Levent Divilioğlu’nun “Bir fakir, zengin olma arzusuna sahip olduğu için zenginlerin vicdanı rahattır.” sözü de benzer düşünceleri ifade ediyor.

    Gençlerin iddia bayiilerinde ellerinde çok çeşitli gazetelerle “derslerini” iyi çalıştıkları memleketimizde, eğitimin nasıl daha nitelikli ve bilimsel hale getirilebileceği üzerine kafa yormaktan vazgeçeli onyıllar olmuş olmalı. Üstelik bu gençler de konumlarından rahatsız değiller; çünkü hayal dünyalarında, geçen hafta Ahmet’in, ondan üç hafta önce Remzi’nin tutturduğu 4000-5000 TL gibi bir rakamı önünde sonunda tutturmak var. Bahtın kendisine de gülmesi oradan oraya tekmelenen bir topun ağlara gidip gitmemesine bağlı.
    Sn. Celal Şengör’ün de ifade ettiği gibi, bizim onlara sunabildiğimiz bir kütüphane olmadığı gibi, var olmak için var olan il halk kütüphanelerine gitmek gibi bir alışkanlık da kazandıramıyoruz: Zaten o hevesi yaratacak bir eğitim sistemimiz de yok. Türkiye’nin çıkardığı az sayıda başarılı bilim adamı da kişisel heves ve yetenekleri sayesinde ve ancak şansın da yardımı ile bir şeyler yapabiliyor.

    Çocuklarımıza bilime ya da sanata ilgi duymaları halinde daha çok para getiren mesleklere yönelmesini salık veriyoruz. Tıp Fakültesi’nin puanlarının yüksek olması, doktorluk ideali olan yüzlerce akıllı gencimiz olmasından değil, doktorluğun Türkiye’de iyi kazandırıyor olmasından. 17. ve 18. yüzyılda bilim para getirmediği için sadece aristokratların uğraşıydı. Bu açıdan bakınca bugün vardığımız noktada bizler de çok farksız değiliz.

    Nasıl astronot yetiştireceğiz?

    Bugün, geçtiğimiz hafta yazdığımız yazının da konu ettiği “astronot yetiştirme” mevzuu yukarıda bahsettiğimiz zihniyet değişmedikçe ve altyapı sağlanmadıkça, maalesef bir hayal olmaktan öteye gidemez.

    Kendi uçağımızı yetiştirme konusuna nasıl yaklaştığımı siz değerli okurlarımız biliyorsunuz; orada yapabileceğimize kesinlikle inanan, çünkü bunun için gerekli altyapı ve tecrübenin oluştuğunu bilen bir kişi olarak, bu astronot yetiştirme konusunda gösterdiğim tavrın tam tersini sergiliyorum…

    Fakat bu konu farklı.

    Bana hep söylenen “bir yerden başlamak gerektiği”. Doğru. Bir yerden başlamak gerek tabi. Ama sondan değil.

    Şu an Türkiye’de astronot yetiştirmeye kalkmak, henüz olmayan bir ilçenin, olmayan bir mahallesinde, olmayan ve temeli kazılmamış bir eve bahçevan almak gibi.

    Bilimsel düşünmeyi, rasyonel düşünmeyi, bilimin ve tekniğin bir yöntemi, dolayısıyla her şeyin bir sırası olduğunu idrak etmemiz gerekiyor.

    Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” veciz sözüyle ifade ettiği gibi, ilim ve fenden geriye kalan her şey gerçeklikten uzaktır. İleri düzeyde bilgi gerektiren bir konu, bilimsel yöntemler kullanılmadan, mantığın süzgecinden geçirilmeden, rasyonel bir bakış açısıyla irdelenmeden, başarıya ulaşamaz.

    Bir şeyler yapmazsak, sondan başlamak yerine baştan başlayıp, her şeyden önce eğitim sistemimizi geliştirerek, gençlerimizi bilime, tekniğe sevk etmezsek, elimizde sayıca fazla buşunan iddaa bayisi mezunu bir gençlikle de yerde kalmaya devam ederiz.

    T.Uyar