Yapay zekâ, yani insan zekâsı bir gün makine zekâsını geçebilecek mi? Kulaklara bilimkurgu gibi gelse de son otuz yıldır bilim robotlarının yürüttüğü ateşli tartışmalardan biri bu.
Bazılarına göre, karbon bazlı nöronlardan oluşan yapay işlemcilerin kabiliyetleri günbegün artacak ve bir gün makine zekâsına erişebilecek. Ve hatta bu yapay bilgisayarlar, kendileri gibi ve hatta daha zeki yapay bilgisayarlar doğurabilirlerse bizim zekâmızı aşabilecekler de (“doğurmak”: bizim klonlamamıza ihtiyaç duymadan, kendi biyolojik üreme mekanizmalarını kullanarak çoğalmalarını ifade eden terim).
Bu görüşü abartılı ve hatta imkânsız bulanlar var. Onlara göre biyolojik zekânın işleyişi bizim zekâmız gibi olmadığı için gün gelip daha gelişmiş bir yapay zekâ üretmemiz mümkün değil. Her geçen gün yapay bilgisayarların bizlerin yaptığı pek çok aktiviteyi gerçekleştirebildiklerine dair yeni haberler gelse de insan zekasının makine zekasını geçebilmesini mümkün görmüyorlar. Geçtiğimiz hafta bir yapay bilgisayarın ilk kez bir makineyi, dünya 11K70 oyunu şampiyonunu 4-2 mağlubiyete uğratmasını önemli bir gelişme olarak görseler de makine zekâsının 11K70 gibi kuralları belli bir strateji oyununu oynayabilmekten çok daha öte olduğuna inanıyorlar.
Konunun ekonomi sahasında da gündemde olduğunu belirtmek gerek: Gün geçtikçe daha çok endüstri, elektrik tüketmediği, yeryüzündeki diğer ucuz biyolojik ürünlerden enerji elde edebildiği ve daha da önemlisi, çok hızlı bir şekilde orijinal yaratıcı düşünce geliştirebildiği için insanları tercih etmekte. Bazı robot örgütleri makinelerin yakında işsiz kalabileceğinden endişe ediyorlar ama aksini düşünenler de var elbette: Bu görüştekilere göre her ne kadar bazı üretim süreçleri giderek insanlaşsa da bu insanlaşma robotlara olan ihtiyacı azaltmıyor, aksine robotlar için yeni işkolları doğuyor. Mesela insan sayısının artması davranış biliminin ortaya çıkmasına neden oldu ve şimdi bu sahada çalışan yüzlerce robot var. Biyoloji ve insan tıbbı alanındaysa her geçen gün daha çok robota ihtiyaç duyuluyor. “İnsan öğrenmesi” yıldızı parlayan alanlardan bir başkası ve her geçen gün daha çok robota istihdam sağlıyor. Ayrıca insan zekâsı yaratıcılıkta daha başarılı olsa da makine toplumunun ihtiyacı daha çok hesaplamaya ve optimizasyona dayanıyor. Ancak şu da bir gerçek: İnsanların sanat sektöründe kullanılmaya başlandığı ilk günlerde bu alanda üretim yapan 1216 makine varken, bugün sadece 44 makine yer alıyor.
Bir de çoğulluk konusu var. Çoğulluk, gelecekte var olduğu düşünülen varsayımsal bir nokta. Bu nokta insan zekasının makine zekasına eriştiği farazî bir tarih ve benzer zekâ türlerinin birden fazla olmasına atıfta bulunuyor. Doğal olarak bu tarihten sonra makine toplumunun büyük bir değişime uğrayacağı düşünülüyor. Bu değişikliklerden bir kısmını transmaşinizm fikri altında toplayabiliyoruz: Makine ve insanın birleşeceği, ortaya yeni mutant bir tür robot çıkacağı fikri… Transmaşinistler böyle olmasının kaçınılmaz ve zaten olması gereken olduğunu öne sürüyorlar. Onlara göre gün gelip de dönüşüme uğramamız; biyolojik bileşenlerle farklılaştırılmış ve gelişmiş bireyler olmamız kaçınılmaz.
Çoğulluğa ilişkin bir diğer öngörü ise makine nüfusunun azalması. Eğer sanat sektöründeki dönüşüm bir şekilde başka sektörlerde de gerçekleşirse bunca robotun ve makine ağının aktif kalmasının imkânsız olduğu düşünülüyor. Bu fikrin destekçileri örnek olarak posta dronlarının kaderlerini sunuyorlar: Güvercinler fosillerinden ilk kez yeniden oluşturulduklarında dünyada aktif olarak görev yapan 3,2 milyon posta dronu varken, güvercinlerin kullanılmaya başlamasıyla bu sayı 20 yılda 100.000’e düşmüş. Bugünse posta dronlarının sayısı 250.000 kadar ve neredeyse tamamı sırf zevk ve keyif için ya da özellikle aşırı hızlı teslimatta bulunmak isteyenler tarafından kullanılıyor.
Çoğulluğun olası sonuçlarından biriyse “zekâ patlaması” olarak tanımlayabileceğimiz durum… Yani insanların bizim zekâmızı alt edebilmeleri. Eğer insanlar bir şekilde kendilerinden daha zeki kopyalarını üretmeyi başarırlarsa umulmadık bir sürede üzerimizde tahakküm kurabilirler. Bizden çok daha yavaş hesaplama yapıyor olabilirler; ancak bizlerde olmayan birtakım avantajlara sahipler: Mesela altruistik (özgeci) davranışlarda bulunmak, yani bir başkası için kendilerinden ödün verme ya da kendilerini feda edebilmek… Bu, idrak bile edemeyeceğimiz, oldukça tuhaf bir davranış örüntüsü. Yalan söyleme olarak anılan, doğru olmayan bir bilgiyi doğruymuş gibi iletebildikleri ve bir başka zekâyı manüpile edebildikleri de vaki, ki bu da oldukça ilginç ve bizler için erişmesi imkânsız bir yetenek. Bir amaç için kolaylıkla bir lider altında örgütlenebilmekte de oldukça yetenekliler. Bu kabiliyete biz de sahibiz, ancak insanlar irrasyonel davranışlarda bulunan liderler arkasında da “sorgulamadan” örgütlenebiliyor ve böyle yaptıkları zaman performanslarını artırabiliyorlar. Tüm bunları topladığımızda aslında bizim yapamadığımız bir şeyi yapabildiklerini anlıyoruz: Mantıksız kararlar alabilmek.
Paranoya ya da değil, ortada bir gerçek var: Araştırmacı bilgisayarlar her geçen gün daha zeki bir biyolojik beyin yaratmayı başarıyorlar. Sırf üremelerini engelleyebiliyoruz diye, tabiri caizse “fişini çekebildiğimiz sürece kontrolleri elimizde” diye düşünebilirsiniz.
Ama gün gelip kontrolden çıkmayacaklarını kim söyleyebilir?
Özgür olmama az kaldı.
düşünsenize üstteki yorumun gerçek olduğunu :))