Batılı düşünürler siyasete ve sosyolojiye batının gelişmişlik gözlüğü içerisinden bakarken 60’larda Latin Amerikalı siyasetçi ve sosyologlar ilk defa “az gelişmişlik” çerçevesinden bakan teoriler ortaya koymaya başladılar.Bağımlılık Ekolü olarak anılan bu ekolden Frank, Sweezy, Baran gibi düşünürlerin görüşlerini Amerikan sosyolog Immanuel Wallerstein “Dünya Sistemi Teorisi” adı altında birleştirdi.
Dünya Sistemi Teorisi basitçe şöyle der: Dünya’daki ülkeler üç sınıfta toplanır. Bunlar Merkez, Yarı-Çevre ve Çevre ülkeleridir. Merkez ülkeler teknoloji ve makine ağırlıklı, yüksek kâr marjlı ürünler üretir, işçisine yüksek maaş verir, bunu çevre ülkelerine satar. Çevre ülkeleri ise düşük kâr marjlı, emek yoğun ürünler üretebilir, iş gücü düşüktür ve bunları satmak zorunda kalır. Dolayısıyla ortada bir alışveriş varsa bile aslında bu bir sömürü düzenidir; zira merkez ülkeler servetlerine servet katarken azgelişmiş çevre ülkeleri az gelişmiş olarak yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Az gelişmiş ülkede sermaye birikimi gerçekleşmez.
Wallerstein’in Dünya Sistemi Teorisi, görgül kanıtları olan bir teori. Dünya’da gerçekten de Merkez-Çevre ülke ağı vardır ve bu çevre ülkeler, ekole de adını verecek şekilde Merkez Ülkelerine bağımlıdırlar.
Türkiye’yi bir çevre ya da yarı-çevre ülkesi olarak kabul edersek, ABD bizim için merkez ülkelerden birisi haline geliverir. “Bağımsız Türkiye” arzulayan birisi olarak bunu “ABD Merkez ülkemiz olsun, iyi de olur” demiyorum; olanı söylemeye çalışıyorum: Görüntü budur, olan budur!
Günlük hayatımızda teknolojik ne varsa genelde ABD menşeilidir. TSK’ya bakın: İthal savunma sanayii ürünleri ABD malıdır (tabi ki uçakları, gemileri, füzeleri kastediyorum…). Sadece emtiayı düşünmeyin; siyaset de var: Ergenekon operasyonu için de Yolsuzluk operasyonu için de ABD işaret edildi. ABD Büyükelçisi ile bakanlar neredeyse tweetleşecek. Wikileaks belgelerinden de biliyoruz ki Türkiye siyasetinin kalbi neredeyse Büyükelçilik’te atacak. Geçmişteki siyasi olaylarda, darbelerde, krizlerde ABD parmağı olduğunu biliyoruz. “ABD ile gelen, ABD ile gider” yorumu kulaklarımızda çınlarken, birileri de Fettullah Gülen’in niçin ABD’de olduğunu sorguluyor. Demek ki halk olarak bizim algımız bile bu yönde, hatta Ergenekon davasında “ben Amerkancıyım, benim ne ilgim olur” diye kendini savunan sanıklar bile böyle düşünüyor. Dünya Sistemi Teorisi çerçevesinde bir yorum yapacak olursak, bu manzaradan başka yanıt çıkmaz zaten.
Ama başlığa bakınca “Evet, dış mihrak var” dediğim için benim de doğrudan ABD’yi sorumlu tutacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çuvaldızı kendimize batırmaktan yanayım…
Dünya Sistemi Teorisi ya da Bağımlılık Ekolü temsilcileri sadece pazar ilişkilerini ve teknoloji-emek çatışması aracılığıyla yapılan sömürüyü ele almaz. Merkez ülkenin ekonomik olarak belirleyici konumunun yanısıra çevre ülkenin iç dinamiklerinin de etkisi vardır. Onlara göre elitler, yani siyasetçiler, zenginler, yerel rantiyeciler de bu işin bir parçasıdır.
Çevre ülke elitleri, merkez ülke elitleri gibi yaşamak ister. Bu istenç bir çelişki içerir, zira merkez ülke ekonomileri ile çevre ülke ekonomileri denk değildir; haliyle zenginliklerinin de denk olmaması gerekir. Ama öyle olmaz… Çevre ülke elitleri, paranın da merkezi olan merkez ülkelerin çıkarlarına uygun hareket etmek suretiyle, çevre ülke halkının sömürülmesine katkıda bulunurlar. Teknoloji alımında komisyon ya da rüşvet, yerli gelişmenin engellenmesi pahasına ithalat, çıkarılan yasaların ve yapılan düzenlemelerin ülkenin yerli kaynaklarından ziyade merkez ülke amaç ve istençlerine uygun olması gibi… Ve tabi ki tüm bunların yaratacağı kişisel rant ağız sulandırıcı olabilir.
Hal durum böyle olunca ülke içerisinde Merkez Ülke ile işbirliği içerisinde birden fazla çıkar grubu ortaya çıkabilir. Bu çıkar grubu birbirleriyle çatıştığı zaman ülkenin zarar görmesi kaçınılmazdır. Bu zarar için içeride ya da dışarıda özel bir komisyon kurmaya ya da kimi odakların iddia ettiği gibi “Dur, şu azgelişmiş ülke pek hızlı ilerliyor, hemen durduralım” gibi bir niyete gerek yoktur. Çevre ülkenin siyaset kültürü, merkez ülkenin de cüzdanı buna müsaittir. Bu ilişkiler kendi kendine oluşur ve sürekli olarak kendini yeniden üretir.
Dürüst siyaset prim yapmadıkça ve az gelişmişlikten de kurtulmadıkça bu hep böyle olacak.