ZİHNİYET DEVRİMİ ÜZERİNE NOTLAR

09 Temmuz 2013
6 min read

Bir zihniyet devrimi olduğu aşikar.

Bugüne kadar –başta hoşgörüsüzlük olmak üzere- özeleştiri yaptığımız her sahada ani bir gelişme kaydediliyor. Sadece politik bir hoşgörü olarak düşünülmesin: Hakikaten de insanlar sokaklarda daha kibar, trafikte insanlar daha sabırlı, birbirlerine yol veriyorlar; yol vermeyene de daha çok tahammül gösteriyorlar, yaya geçitlerinde duruyorlar. Birbirimize asansör önünde, kapı geçişlerinde selam verir hale geldik. Uzun süredir ihmal ettikleri eski arkadaşlarını arayıp hal hatır soranlar var.

Bunların tamamını gezi olaylarına bağlamak mantıklı değil elbet ama şu sahne ile de paralel ilerleyince doğal olarak bu sanrıya kapılıyor olabilirim:

Garip bir biçimde daha dün söylemleri kafatası milliyetçiliği düzeyinde olan bir takım tanıdıklarım kültürel milliyetçilik çizgisine yaklaşıp anadilin özgürce konuşulabilirliği üzerine söylemlerde bulunuyorlar.

Eylem sırasında kontrolsüz hareketler sonucunda ortaya çıkan vandalizmi “vatan hainliği” olarak değerlendiren orta yaşın üstündeki ağabeyler –bu kadar şiddet karşısında insanın kontrolden çıkabileceğini anladıklarını dile getiriyorlar.

“Sermaye” dediğin zaman tüyleri diken diken olan arkadaşlarım liberalizmin “özgürlük” tezi üzerinde daha çok kafa yorar hale geldiler. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” üzerinde daha tarafsız tartıştıklarını gördüm; ölsem de gam yemem.

Gezi parkı olayları, eylemleri, direnişi… Adı her ne olursa olsun, ne isim verilirse verilsin, belki lidersiz, ideolojisiz ya da örgütsüz olduğu için somut siyasal bir çıktı yaratmadı ama yarattığı sosyal dönüşüm “Türkiye 2013 Zihniyet Devrimi” olarak tarihe geçmeye aday.

Fakat…

Lidersizlik iyiydi. İdeolojisizlik iyiydi. Örgütsüzlük de bir yere kadar iyiydi. Parklarda çeşitli forumlar düzenlenerek bir örgütlülük sağlanmaya çalışıyor olunsa da Z kuşağının kendi kendine yarattığı bir çelişki var:

Olayların merkezinde yer alan Z kuşağı -1990 sonrasında doğan teknoloji/iletişim gençliği olarak özetleyebilirim- kabına sığmıyor, otorite kabul etmiyor, hatta otoriteye bir allerjileri var. Lakin herhangi bir fikri hareketin örgütlü olabilmesi için sistem yaklaşımı gösterilme/uygulanma gereksinimi de var.

Z kuşağı ağ toplumu olarak yapılanan kuşaktır. Ağ toplumunu da kısaca özetlersek: Nasıl ki yerleşim birimleri ast-üst ekseninde bulunmaz, çeşitli merkezler oluşturup birbirleriyle karayolu ile bağlanırsa, ağ toplumunda da çeşitli arkadaşlık / iletişim merkezleri vardır ve bunlar bir ağ oluştururlar. Karayollarında giden araçlar gibi, bilgi de bu yollardan ağlara ulaşır, merkezlerce değerlendirilir ve yayılır. Z kuşağının geçerli yapılanması olan ağ toplumu yapılanması belli düğümler üzerinden bilgi akışını sağlasa da ağ toplumu verimli bir şekilde ortak bir karar alma zaafiyetine sahiptir. Söz konusu sağduyu ve vicdansa kamu vicdanı böyle bir yapılanmada da işe yarar ama sistematik bilgi oluşturma işi biraz farklı (pek çok yalan/yanlış bilginin hızlı yayılması da bundan).

Şu an bu yapılanma etkilere karşı iyi tepki verme ve kendini korumada işe yarasa da sistemli olmaya alışkın eski kuşakların içerisindeki boşluk hissini gidermiyor. Bu da forum örgütlenmesinin en başta onu destekleyenlerce marjinalize edilmesi riskini barındırıyor. Bir başka risk de ayrılma. Forum toplantılarında gerçekleştiğini gördüğüm ya da arkadaşlarımın aktarımı sayesinde duyduğum şeyler polisin orantısız şiddetine karşı gelişen birleşme refleksinin sükunet zamanında ayrışmaya kolay evrilebileceği yönünde.

Eylemi “ideolojisizlik” temelinde birleştiren bireyler, Türkiye’nin örgütlü en kalabalık muhalefetini temsil eden ulusalcılığa da, ABD’de de böyle isimlendirilmese de şeklen görülen ve sezilen “liberal temelli solculuk” olmayan her tür sol görüşe karşı da mesafeliler. Bu yüzden bir zihniyet devrimi yaşamış olsak da kolayca kamplaşabilme alışkanlıklarımızı tamamen terk edememiş olma ihtimali göz önünde bulundurularak evvela mevcut ortamın “sesini duyuramayan herkesin sesini duyurduğu bir ortam” olarak bellenmesinin ve tüm seslerin farklılıklarına odaklanan değil, ortak yanlarını hedefleyen ve aktaran belli bir iletişim stratejisi güdülmesinin elzem olduğunu ileri sürebilirim.

Forumlarda konuşulan pek çok konu var; bunlarda herkesin –ya da çoğunluğun- üzerinde mutabakata varacağı başlıklar karşıt görüşleriyle birlikte yazılmalı, gruplanmalı (çevresel, siyasi, ekonomik vb.), bir havuzda toplanmalı.  “Sonra ne yapmalı?” diye sorulursa verebileceğim az yanıt var:

Birincisi yaşanan zihniyet devriminin ortaya demokratik şartlarda mücadele edebilecek örgütlü bir hareket çıkartması. (Türk demokrasisinde maalesef bunun tek bir adı var: Siyasi parti.) Ancak bu allerjik hal, kamplaşma ve dışlama eğilimi, stratejisiz iletişim şartlarında bu olabilir mi? Ya da olursa bile Türkiye’nin merkez sağ ağırlıklı siyasi hareketlenmesinde merkez çizgisinin diğer tarafına giden oyların daha çok bölünmesine mi yol açar?  Tartışılır. Ancak forum havuzunda sınıflanmış konuların tamamı bu siyasi hareketin parti programı haline gelecektir.

Bu tartışılırken de şu sonuca varılır; ki bu da ikinci yanıtımdır: Seçim sistemi yeniden düzenlenmelidir. Seçim sistemi değişmedikçe, baraj yasası kalkmadıkça ya da baraj düşürülmedikçe demokratikleşme hareketini tamamlayamayız. Bu da yeni siyasi hareketin meclisye yer bulmasının teminatıdır.

Naçizane önerdiğim iki husus iç barış ve huzurun da teminatıdır.

Mutlu ve sağlıklı günler.

 

Not: Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda 06.07.2013 tarihli olaylar henüz vuku bulmamıştı. Ne kadar da iyimsermişim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir