THY’DE ŞALVAR DAVASI: KÜYERELLEŞME

Cumartesi günü olanı biliyorsunuz: THY’nin yeni kabin ekibi üniformaları tasarımları olduğu iddia edilen bir fotoğraf sosyal medyaya düştü. Bir kıyamet koptu ki sormayın…

Üniforma bir şekilde modaya içkin bir konu olduğundan elbette bu konuda herkesin iyi kötü bir görüşü var. Hepimiz bir resim eleştirmeni olmak durumunda değiliz, ya da hepimiz bir edebiyat eserini eleştirecek kadar kaliteli bir edebiyat okuru da değiliz, ama hepimiz giyindiğimize ve giyinenlere maruz kaldığımıza göre hepimizin bir giyim ve göz zevki var.

Tamamen estetik bir konu olduğundan, ülkenin bayrak taşıyıcı havayolu firması olarak kurumun başka bir kimlik öğesi ve sembolü olan üniformalar için yeni bir tasarım sunduğunuzda bunu sevenler de çıkacaktır, sevmeyenler de. Zaten bu yüzden hepimiz farklı giyiniyoruz, markalar çok çeşitli ürünlere alıcı bulabiliyorlar. Bakan herkesin beğeneceği bir tasarıma ulaşmak çok ideal bir yaklaşım olur.  Bu yüzden THY ve özellikle bu işin sanatkârı olan modacı ya da stilist kimse  gelecek olan eleştirilere hazırlıklı olmalıdır. Bir semtte ayda bin kişinin uğradığı restoranın garson üniformalarını tasarlamak ile aynı şey değil, THY’nin kabin üniformalarını tasarlamak… Çünkü THY ulusal marka olarak görülüyor, hizmetleri her ay yüzbinlerce insan tarafından kullanılıyor… (Dilek Hanifi’nin özür diler gibi açıklama yapması da garibime gitti doğrusu, bence tasarımcı tasarımının arkasında durmalı…)

Bayrak taşıyıcı, belirgin, şimdi özelleşmiş de olsa geçmişte kamusal vasıf taşıyan havayolu işletmesinin üniforma tasarımları değiştiği zaman gündem olması çoğu ülkede görülür. Potansiyel yolcu olan ve işletmenin ulusal markası olduğunu düşünen halk bu konuyu önemser. Ancak ülkemize has ilave bir durum daha mevcut: THY’nin genelin zihnindeki “siyasi” şeması.

THY’nin bu şemayı yaratması normal ve tamamen de kendi sorumluluğudur. Her şeyden önce THY’nin bürokrasi ile ilişkisi sona ermiş değildir. Ayrıca sansasyonel bazı örnekler de yok değil: Uçağa alınan gazetelerde sayıca ya da türce ayrımcılık, Hava-İş eylemlerinde sergilediği duruş ve benzeri olaylar gibi… Bu yüzden de THY’nin attığı her adım işletmecilik ekseninden ziyade siyasi eksende ve de hassasiyetle değerlendiriliyor.

Nitekim ilgili fotoğraflar basına ve sosyal medyaya düşer düşmez, yorumlar hep muhafazakârlık ideolojisi ekseninde gerçekleştirildi. Alakalı alakasız yazar, sanatçı, şarkıcı, çalgıcı, çengici herkes, benzer yorumlarda bulundu. (Aslında geçtiğimiz güzlerde yayınlanan Türk gençlerinin örnek aldığı ilk 20 isminin 17’sinin müzik ve eğlence dünyasından olması onları Türkiye’nin yeni aydınları (!) yapıyor bir bakıma… Bu yüzden görüş belirtmeleri gerekiyor tabi, yoksa ayıp olur.)

Ama acaba diyorum, ben mi körüm? Geleneksellik tamam… Yerellik de tamam…  Ama ne kadar bakarsam bakayım, ben yeni üniformalarda dini bir motif algılayamıyorum. (Etek boyu hariç. Bu eleştirilebilir bir husus ve muhafazakarlık fikri ile de ilişkin görünüyor.)

Şimdi size 1980’lerde fikri temelleri Japonlar tarafından atılan ve hatta 1992’de de İngiliz Sosyolog Rolan Robertson’un batı dillerine geçirdiği ve hatta “Küreselleşme” terimini apardığı bir kavramdan bahsetmek istiyorum: Küyerelleşme (Glocalization). (Evet, yanlış yazmadım: Terim olarak  Küreselleşmeden önce, Küyerelleşme icat edilmiştir!)

Küyerelleşme’nin anlatmak istediği şey şu:

Küreselleşme bir yandan küresel bir kültürü yaygınlaştırırken, yerel ve geleneksel olanlar kıymete biniyor ve küreselleşmenin gücü, yerel olanın tanıtımına katkıda bulunuyor ve hatta yerel olanı önplana çıkarıyor. Küresel ölçekteki firmaların hem kendi ürünlerinde kendi menşeilerinden esintiler bulundurmaları, hem de başka ülkelerdeki ürün ve hizmetlerini farklılaştırarak yerel değerleri öne çıkartmaları küyerelleşme olarak tanımlanıyor. Tabir, küreselleşmeyi her şeyi standartlaştırması ve tek tip hale dönüştürmesi yönüyle eleştirenlere karşı bir tez olarak sunuluyor.

THY’nin böyle bir strateji gütmeye başladığını şu meşhur İstiklal Marşlı reklamından anlayabiliyoruz. Tam bir “Küyerelleşme filmi” olan reklamda şirketin menşeinin bağımsızlık marşı, İstiktal Marşımız, çeşitli ülkelerin yerel çalgılarıyla çalınıyor, en sonunda nihayet halk çalgımız bağlama ile bitiriliyordu. (Ve tabi İngilizce slogan ile birlikte: “Globally Yours”. Bu sloganla birlikte düşünüldüğünde küyerelleşme örneği belirginleşir…)

Bu reklam gayet düz bir mantıkla çekilse idi askeri bir bandonun çaldığı İstiklal Marşı ile Türkiye’de çekilen bir reklam olurdu. Küresel pazara sunulabilir bir reklam olmazdı.

Küresel mantıkta çekselerdi, ekonomide ve havacılıkta hakim olan İnglizce konuşulan ülkelern kültürel öğelerine vurgu yapılır, batı müziği kullanılırdı. Ya da benzer şekilde küresel popüler kültüre atıflarda bulunulurdu. Küresel pazara da gayet sunulurdu ama sıradan bir reklamdan farklı bir ilgi göreceğini de sanmam.

Ancak “Küyerel” bir mantıkla çekildiği için tam olarak da böyle bir reklamla karşılaşıyoruz!

Şimdi ise kabin üniformalarını daha geleneksel ya da yerel hale getirme yolunda aynı stratejinin güdüldüğünü düşünüyorum.

Mevcut olan, klasik -Amerikan modası- üniformalar terkedilerek, Singapur Havayolları ya da Emirates tarzı bir tasarım hedefi belirlendiğini anlıyoruz. Şahsım adına ben bunda bir sakınca görmüyorum, çünkü şirketin küyerelleşme stratejileriyle uyumlu görünüyor…

Ama belki sormamız gereken bir soru daha olabilir. Mesela, gelenekselleşmenin ya da yerelleşmenin başka bir yolu olmaz mıydı?

Olurdu. Her şeyden önce Türkiye için “geleneksel” dendiğinde tek şey anlamıyoruz ki!  Ortaya iki elemanlı bir tablo çıkıyor: Osmanlı ve Anadolu. Çünkü İmparatorluğa başkentlik yapan İstanbul’da doğan Saray Kültürü, Anadolu Kültürü’nden epey bir farklılaşmış halde idi. Dolayısıyla böyle bir gelenekselleştirme ya da yerelleştirme konusu ile karşı karşıya kalındığında iki seçenek vardı:

  1. Osmanlı saray kültürünü andıran motifler (Andıran diyorum, çünkü Osmanlı hakimiyetindeki İstanbul’un sokaklarında bir kadın modası olduğundan bahsetmek zaten çok güç.)
  2. Anadolu motifleri. (Fistanlı, şalvarlı veya kilim motifli gömlekler gibi.)

Eğer ikinci seçenek tercih edilir de Anadolu esintileri kullanılsa idi ideolojik eksende bir yorum yapılmayacağına eminim ve açıkçası ben bunu daha çok tercih ederdim, ancak işin pazarlama boyutu ve imaj da düşünülmüş olmalı: Osmanlı motifleri oryantalizme daha çok vurgu yapıyor.

Ve nihayet yeri gelmişken, hazır burada da yazıyorken ben de görüşümü söyleyeyim (her Türk milleti ferdi kadar futbol hakemi, teknik direktör ve moda uzmanıyım ben de.):

Evvela o parlak, garip pardesünün göze hoş gelir bir yanı yok. Hatta kanımca “hayatın doğal akışına aykırı”. Erken kabin memuru üniforması ise pek bir biçimsiz. Hani, öncelikle ve asıl olarak kadın üniformalarına eğilinmiş, arada da “aranızda boş olan varsa şu erkek üniforma tasarımını da halletsin” denmiş gibi bir hava var. Öte yandan renk, desen ve saten olduğunu tahmin ettiğim kumaş seçimi bence çok başarılı fakat etek boyu çok uzun. Hiç şık görünmüyor ve eleştirileri kısmen haklı çıkaran bir sembol haline geliyor.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir