TV’yi hayatımdan çıkaralı çok uzun bir süre oldu. Arkadaşlar sağolsunlar onları ziyarete gittiğimde benim televizyonu hayatımdan çıkarma sebeplerinden birisini icra etmekte devam ederler: TV açık olur. Sohbetin muhabbetin yerini alır. Üstelik normalde izlemediğimden gördüğüm her şey bana pek yeni gelir ve benim de gözüm takılır. Sıkıntılı bir durum. Dünya’yı, yeni çıkan şarkıları, filmleri, haberleri nasıl takip edeceğimi soracak olursanız, yanıt basit. İnternet. İnternetin pek çok alışkanlığımızı değiştirdiği aşikar.
Nasıl ki bir zamanlar havacılık sınırları fiilen büyük ölçüde kaldırdı ve uzak mesafeleri kat etme şansı sağladı ise, bu ortadan kalkışı ve avantajı tamamlayan diğer icat internet oldu. İletişimin ucuzlaması ana fayda kalemlerinden birisi, ama konuya bireysel olarak değil de kurumsal olarak bakacak olursak, internet içerisinde kullanıldığı her pazarı büyütmüştür.
İnternetin sağladığı bireysel ve kurumsal pek çok avantajın yanısıra yeni bir kültür yarattığını inkar edemeyiz.
Bilimkurgucular ve eserlerini inceleme şansı bulduğum bazı fütürologlar 80 ve 90’larda yazdıkları eserlerde internet ile ilgili pek çok şeyi öngördülerse de kültür konusunda pek çok şeyi hesaba katamadılar. Bugün olan biteni kehanet derecesinde yazanların bu öngörüleri arasında şirketlerin internet korsanlığı yolu ile sabote edilmesi de vardı. Örneğin Matrix fikrinin de yaratıcısı olan William Gibson’un 80’lerde yazdığı bütün romanlarında şirketler ağ teknolojileri aracılığıyla savaşırlar. Bu teknolojiler sayesinde büyük avantajlara sahip olup devleşebildikleri gibi bir hata ya da sabotaj sonucu batabilirler de. Sadece şirketler değil, devletler korsan timleri kullanarak yasadışı işler yaptırır.
Eserler güzel ve ileri görüşlü ancak bu eserlerde sosyal medya öngörülemediğinden olayın toplumsal destek tarafı hep es geçilmiştir…
Geçmişteki bu tip romanlara bir bakın: Genelde şirketler toplum adına değil, başka bir şirket ya da devlet tarafından sabote edilir. Olan biten büyük bir gizlilik içerisinde olur, zaten gizli olmasa da toplum artık bu tip dengeleri gözetmemektedir.
Basit bir analiz
THY’ye geçtiğimiz günlerde yapılan siber saldırılar bana bu konuda pek çok şeyi düşünme fırsatı sundu:
Şirketlere karşı yapılan eski eylemleri düşünün. Gözünüzün önüne kabaca bir grup eylemcinin ilgili işletmeye ait bir şubenin camlarına taş attığı bir görüntü gelecektir. Dün böyleydi… ama bugünün dünden önemli bir farkı var gibi görünüyor:
Birincisi, kapitalizmin ve küreselleşmenin asli unsuru olan global şirketler için anti kapitalist grupların yarattığı tehdit eskiden sadece sokakta idi. Artık böyle değil.
İkincisi, şirkete ait mala, personele fiili zarar getiren eylemler toplumsal destek görmezken bu tip korsanlık eylemleri geniş halk kitlelerince destekleniyor. Üstelik haber, sosyal medya aracılığıyla çok daha kısa bir sürede Dünya’ya yayılıyor.
Üçüncüsü, eylemleri gerçekleştirenler kimliklerini gizlemekte başarı sağlıyor ve eylemlerin uluslararası boyut kazanması sebebiyle adli ya da fiili takip zorlaşıyor. Ayrıca eylemciler yakalanmadıkça toplum nezdindeki imajlar güçleniyor. Buna karşılık olarak şirketler önce saldırıya maruz kalma sebeplerinden dolayı toplum ya da belirli bir kitle nezdinde imaj kaybederken, korsan grupların faaliyetleri karşısındaki savunmasızlık sebebiyle imaj kayıplarını tazeliyorlar.
Görüldüğü üzere şirketlerin ve kurumların bir kısmı siber saldırılara karşı savunmasız.
Faaliyetlerini büyük ölçüde internete bağlayan, internetin etkin kullanımı sayesinde pazarını büyüten ve müşterisine ulaşan kurumlarda risk çok büyük. Yeni durum, yeni bir risk yönetimi anlayışı gerektiriyor. (Belki de bu yüzden pek yakında SPK -Sermaye Piyasası Kurulu- ilkeleri arasında “siber güvenlik” başlığı yer alacaktır.)
Öte yandan bu durum yönetim anlayışında bir değişiklik yaratmaya da muktedir:
Mesela artık şirket faaliyetlerinin ne derece etik olduğu ya da etik algılandığının çok önemli olduğunu söyleyebilir miyiz?