İki anımı anlatacağım…
Birincisi şöyle:
Yıl 2005. Eskişehir’deki 1nci Hava İkmal Bakım Merkezi’nde stajyerim ve birinci gün oryantasyondayız. Başımızda sivil şeflerden birisi var. Park halinde F-5 ve F-4’ler dizili ve yanlarından geçiyoruz. Durup bakma isteğimizi anlamış olmalı, “gelin” dedi götürdü bizi. Uçakların yanına gittik.
Mühendis olup yerli uçaklarımızı yapma idealiyle yetişmiş gençler olarak uçaklara gıpta ile bakıyoruz. ABD’den satın alınmış, maliyeti çok yüksek sistemlerdi bunlar. Konu bir şekilde uçakların fiyatına geldi. Sivil şef yüklü silahlara göre fiyatının değişkenlik gösterdiğini vs. anlattıktan sonra, “Düşünün, bunda kaç yetimin hakkı var… Memlekete dönecek para, oralara gitti bunlar için. Kaç yetimin boğazıncan geçecek lokma bu uçakta şimdi.” dedi ve devam etti: “Biz uçaklara burada bu gözle bakıyoruz. Her ne olduysa olmuş, bir şekilde bunu biz yapamamış, elin adamına etek etek para dökmüşüz. Şimdi ona iyi bakarsak, yarın kendi uçaklarımıza daha iyi bakarız.”
Diğeri de şöyle:
Aynı yıl; yine aynı yerdeki staj görevimdeyim. Stajın son günleri. Görevli yüzbaşılardan birisi bize geçmişteki kazalarla ilgili bazı kayıtlar gösteriyor. Asker okurlarımız iyi bilirler. Çiğli’de 2002 yılında gerçekleşmiş F-16 kazasıydı ve uçağın gaz kollarıyla ilgili bir arıza var. Yani pilot motorun takatini kesmek istese de kesemiyor. Kendisinin atlaması için tüm yeter ve gerek koşullar sağlanmış ancak Şehit Pilot Oğuz Yenen atlamak istemiyor ve uçağı kurtarmayı deneyeceğini ifade ediyor. Şehadeti göze alarak, memleketin uçağını kurtarmak için canını tehlikeye atıyor. Nitekim gerçekleştirdiği üç denemeden sonuncusunda uçak pistte durmuyor, toprağa çıkıyor ve pilotumuz şehit oluyor.
Tüm kule konuşmalarını bizzat duydum, kazayı izledim. O dönemde basında haberler aynen olayın olduğu şekliyle de yer aldı ve kahraman pilotun hakkı verildi.
*
Bu tip olaylarda rasyonel düşünmek gerekirse, elbette atlamak mantıklıdır; ancak kendine ve bilgisine güvenen bir pilot uçağı kurtarma konusunda elbette her ihtimali değerlendirmek ister. Bir defa, bir arıza sonrasında iniş yapabilme ihtimali öyle hemen hesaplanabilir bir şey değildir. Karşınızdaki bir ekran size düşme ihtimalinizi göstermez.
Sivil uçaklarda atlama şansı hiç yoktur ona bakarsanız ve sivil pilotlar, hayati bir arıza karşısında elinden gelenin en iyisini yaparak uçağı kurtarmak isterler.
Askeri uçaklarda size atlama şansı verilmiş olması, elinizden gelenin en iyisini yaparak kendinizi ve uçağınızı kurtarmaktan vazgeçmeyi zaruri bir karar haline getirmez. Prosedürler belli başlı arızalarda size atlama yetkisi verse de, karar sizindir.
Bu konuya değinmemizin sebebi, F-16 kazasının gerçekleştiği 2002 yılından bugüne, zihniyetimizde meydana gelen korkunç değişimdir.
Konya’da eğitim uçuşu yaparken şehit düşen Şehit Pilot Yüzbaşı Ümit Özer’in kule ile konuşmalarını ihtiva eden haber, atlama tavsiyesine rağmen şehit pilotun “bunda yetim hakkı var, kurtarmayı deneyeceğim” dediğini iddia ediyordu. Resmi bir ses kaydı dinlemedik. Doğru ya da yanlış mühim değil.
Ancak bazı mecralarda yapılan yorumlar utanç verici.
2002 yılında “kahraman” olarak gördüğümüz pilotu nasıl oldu da şimdi göremiyoruz?
Onun bu davranışının hata olup olmadığını rasyonel bir çizgide değerlendirmek başka, “pilot böyle şey söylemez, kendi canını hiçe saymaz, yalandır” diyerek bir askerin, hem de gözüpek bir askerin onurunu çiğnemek başka, üstelik bir de garip detaylardan, ilginç mali hesaplamalardan yola çıkarak, haberin mantıksız olduğunu iddia ederek, haber kaynağını yalanlamak, cahillikle suçlamak başka.
Meğer oradan buradan okuduğu, kaynağı bile belli olmayan politik haberlere fazla itibar ederek askerimiz hakkında bu denli yanlış düşünen pek çok insan varmış.
Her iki anlattığım örnekte de yerleşik mantık bellidir. Ben yıllar önce izlediğim kayıtta o F-16 pilotunun bu mantıkla uçağı kurtarmayı denediğini gözlerimle gördüm. Olumsuz düşünerek rahmetliye çamur atanlar hangi bilgilerine dayanarak bunu söylerler bilemem… Ama bilin ki Türk askeri o yetimin hakkını düşünür!
Şehidimize Allah’tan rahmet, yakınlarına da baş sağlığı diliyorum.
Y. Doç. Dr. Hacı İbrahim Keser’in anısına…
İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Uzay Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Y. Doç. Dr. Hacı İbrahim Keser, bugün (18.03.2012 Pazar) tedavi gördüğü hastanede vefat etti.
Hacı İbrahim Hoca oldukça sessiz ve mütevazı bir insandı. Kendisine soru sorduğumuzda önce bizi düşünmeye zorlamak için “sence?” diye sorardı. Belki de hazır yanıtlarla yetinmemek ya da onun vereceği yanıtları anlayabilmemiz için temel bir düşünüşe sahip olmak için yapardı bunu. İlk duyduğumuzda belki de sorduğumuz sorunun yanıtını bilmediğini düşünürdük ama sonrasında derste ya da başka bir zaman bir şekilde sorumuzu yanıtladığını gördüğümüzde böyle düşündüğümüzden utanırdık.
Bir arkadaşımla birlikte kendisini pek ilginç bulduğumuz için seçmeli olarak Hesaplamalı Aerodinamik dersini ondan almıştık. Biraz öğrencilik muzurluğu payının da olduğunu itiraf etmem gerek. Hacı İbrahim Hoca her hafta mutlaka kısa sınav yapardı; hem devamlılığı sağlamak için, hem de bilgilerimizi sık tekrar edelim diye. Bu sınavlara katılındığı müddetçe ders geçilirdi.
İlk başlarda pek hevesli görünmüş olmalıyız ki ödev olarak bize kar, buz gibi partiküllerin bulunduğu bir akış ortamında cisimler üzerindeki birikimi konu alan –muhtemelen doktora teziydi- bir çalışmasının başka bir sürümünü ödev olarak vermişti. Yapmaktan kaçındık; zira doktora tezi olabilecek bir konuyu ödev olarak yapmamız mümkün değildi. Ama sonradan anladık ki aslında yapacağımızı bekleyerek değil, aynı şekilde “sence?” sorusuyla hedeflediği gibi, araştırmamızı, yapamasak da zorlamamızı bekliyormuş. Baktı ki biz hevessiziz, ikimize de ayrı konular verererek daha basit bir proje çalışması vermiş oldu.
Ölümün zamanlısı yoktur derler. Hocamız 1966 doğumluydu. Biz onu en genç hocalardan biri olarak gördüğümüzden olsa gerek, bugün haberi aldığımda konduramadım.
Kendisine rahmet, yakınlarına da sabır diliyorum.
Ruhunuz şad olsun hocam.