Piyasaya satılması halinde oldukça kâr sağlayacak bir ürün fikrinin, süpernova kalıntılarının araştırılmasından ya da sularımızın ne kadar kirlendiğini ortaya koyacak bir araştırmadan üstün bir yanının olduğunu ne zaman söyleyebiliriz?
Eğer bu fikre ya da araştırmaya bir yatırım gözüyle bakıyor ve finansmanı da biz sağlıyorsak… Bizler bireyleriz ve kişisel olarak insanlığın bilimsel olarak ne kadar ileride olduğuyla ilgilenmek zorunda olmayabilir, sadece yatırım yaptığımız bir projeden ne kadar kâr ettiğimize bakabiliriz.
Ancak devletin bilim kurumları için aynısını söylemek imkansız. “Bilgi” doğadan ya da bir başkasından, bir şekilde maliyeti olan, dolayısıyla “satın alınan” bir kavramdır ve bunu satın alıp almama kararı bir şekilde devlete, dolaylı yoldan da devletin mensuplarına, vatandaşlara bağlıdır.
ABD’nin ve Rusya’nın bugüne dek uzay çalışmaları için harcadıklarını bir düşünün. Çöllere kurulmuş koca koca radyo teleskoplar uzayı sürekli olarak dinliyorlar. Higgs bozonunu bulmak adına yürütülen milyarlarca dolar bütçeli şu çalışmayı bir düşünün. Balinaları, tektonik hareketleri araştırmak için okyanustan dönmeyen gemileri, yörüngede süzülüp duran uzay istasyonunu, Mars’ta görev yapan onlarca uydu ve yer aracını… Dünya’da yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkan Çin’in uzay programını açıklaması ve çalışmalara başlaması da tevekkeli değil.
Tüm bu çalışmaların ülkelerine reel bir getirileri yok. Olmadığı gibi elbette bu değirmenlerin suya ihtiyacı var ve o da bir yerden geliyor. Projelerde görev yapan bilim adamları, uzmanlar, mühendisler gibi tüm insan kaynaklarını sistemden çekip alsanız bile geriye hala önemli harcama miktarları kalıyor,zira makineler, sistemler bile bedava çalışmıyorlar.
Bunları değerlendirdiğimiz zaman “güç” haline gelebilmenin koşulunun bilimsel liderlik olduğunu ve bunun da maliyetli olduğunu doğal bir şekilde anlıyoruz. Bilgiyi elinde tutanın avantajlarını da o bilgiyi kullanandan başkası bilemeyecektir. O yüzden bilim, sadece kar etme amacıyla var edilecek bir kurum değildir ve bugüne kadar onun ilerlemesinde zaman zaman kârlılık ön planda ele alındıysa da çoğunlukla böyle bir amaç güdülmemiştir.
Belki de bu yüzden TÜBİTAK’ın 2011 yılı Ağustos ayında göreve başlayan başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın açıklamaları pragmatik bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
13 Ocak 2012 tarihinde bazı basın mensuplarıyla bir araya gelen Altunbaşak, önem verdiği yeni projesini açıkladı ve görünüşe göre bu proje, TÜBİTAK’ın “bilim adamı yetiştirme ve destekleme” misyonundan daha çok karlı iş projelerini destekleme gibi bir amaca hizmet ediyor.
Buna karşı değiliz… Elbette bu ülkede yaşayan son derece pratik zekaya sahip, mucit, kaşif ruhlu insanlar ya da enteresan fikirlere sahip mühendisler, akademisyenler bulunuyor ve bu insanların gölgede kalmış fikir ve projelerinin desteklenmesi, günlük hayata –ve elbette ticarete de- kazandırılması büyük önem taşımaktadır. Lakin ben görevinde henüz yeni sayılan TÜBİTAK Başkanı’nın açıkladığı bu önemli ve yeni projesinin Türkiye’de bilim ve bilim eğitimi ile ilgili daha temel problemlere çözüm getirecek, eleştirel ve bilimsel düşünmeyi tabana yayacak ve halka bilimi sevdirecek bir proje olmasını beklerdim. Oysa kendisinin söylemiş olduğu proje çalışmaları “kârlılık” önşartı ile birlikte ele alıyor ve bilim adamı yetiştirmekten daha çok bilim adamı olmasa bile iş fikirlerini karlı ürünlere dönüştürmeyi planlıyor. Bu pragmatik bir bilim anlayışıdır ve pragmatizm bilimin ilerleyişini sınırlar.
Kabul ediyorum: Bilimin Dünya’nın her yerinde bir anlamda ve kısmen ticarete ya da güce hizmet ettiği gerçekten var olan ve anlaşılır bir durumdur. Bugün sürdürülen bir çok büyük projenin, uzay programlarının en nihayetinde ticari ya da politik bir zafer sağlayacağını düşünebiliriz. Mesela Avrupa böylesine krizdeyken CERN’de yürütülen milyar dolarlık bütçeli projelerin devletlerce nasıl desteklendiğini yüzeyden bakarak anlamak mümkün değil, ancak derinden bakınca doğayla ilgili bu tip gizemlerin çözülmelerinin daha hızlı ve daha mümkün uzay yolculuğu/taşımacılığı, belki daha güçlü silahlara giden yolların başlangıçlarını görebiliriz… Yine de bu sadece bir tahmin. Politikacılara “Tanrı parçacığını” anlatmanın başka türlü bir yolu olmadığından nihayetinde böyle bir ereğe erişilmesi beklenebilir ama oradaki bilim adamlarının böyle kaygıları ya da amaçları olduğunu sanmıyorum.
Kapitalist düzen içerisinde bilimin sadece kendi amaçları içerisinde sadece bir bilgilenme çabası olarak varlığını sürdürmesi çok zor. Teknolojiye olan hizmeti ve oradan evlerimize kadar girmesi, devletlerin envanterlerini doldurup güçlerine güç, prestijlerine prestij katan ürünler haline dönüşmesi son derece normaldir.
(ABD’de bunun adına “vergi verenleri ikna etmek” deniyor. Bizim hakkıyla vergi verenimiz az olduğu gibi onların da devletten daha öncelikli beklentileri var…)
Ancak…
Batılılar aklın salt bilim=teknoloji=güç=para şeklindeki eşitlikten çıktığını keşfedeli ve politikalarını değiştireli yarım yüzyılı geçiyor!
Siz daha iyi silah, daha fazla prestij ya da daha fazla para için teknolojiyi destekleyen bilimleri ittirebilirsiniz ama bunu yaparken “bilimi” bilim olmaktan çıkarmamak, sadece öğrenmek ve araştırmak adına yapılan çalışmaları da unutmamamız gerekiyor.
Kainatın öteki ucunda kızıl deve dönüşmüş bir yıldızın dış yörüngesindeki kavrulmuş gezegenlerin ekonomik sisteme bir değer katmadığını kabul edebiliriz, fakat bu noktada bir ayrımcılık yapamayız! İdealist bir bilim adamının motivasyon kaynağı çoğunlukla ekonomik değildir; ve bu yüzden anlayış her ne olursa olsun bilimin ve bilim adamın desteklenmesi olmalıdır.
İlla ki bir karşılık beklenecekse, o karşılığın bulunacağı alanların bilimin birikimli ve alt alanlarının birbiriyle etkileşimli olma özelliğini akıllardan çıkarmamak gerekiyor.
Ayrıca iyi ve ticari olarak işe yarar fikirlerden öte, Dünya’yı yakalamamız da gerekiyor; zira yakında Dünya’daki kaynakların çoğu tükenip de başka gezegenlerdeki maden cevherleri ne muhtaç olduğumuz zaman bugüne dek o gezegenlerin araştırılmasına bir tuğla koymamış bir ülke olarak “bu cevher insanlığın ortak malıdır” deme şansımız yok. Tekkeyi bekleyen çorbayı içer. Biz de bir kaşık çorba için bir tekke vermek durumunda kalırız.
Sistemi “benim bilim adamım işini bilir” durumuna getirmemek lazım.
http://www.gazeteport.com.tr/yazar/24/tevfik_uyar/1839/#8220benim_bilim_adamim_isini_bilir_#8221