Doğu’da söz sanatı, söyleme sanatı vardır. Aşık Paşazade’ye kadar yazılı bir ürüne rastlanmaz. Bu sebeple halk öykülerimiz, türkülerimiz söylendiği tarihten çok sonraları yazıya geçirilmiştir.
Mesela şu an bildiğimiz onca türkü ve öykü, değerli üstad, rahmetli Muzaffer Sarısözen ve Mahmut Ragıp Gazimihal, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Nurullah Taşkıran ve Rıza Yetişen’den oluşan değerli derleme ekibi tarafından anadolu karış karış gezilip derlenmese ve arşivlenmese idi, bugün kültürel zenginliğimizin farkında olan pek az insan olurdu. Bu konunun uzmanı olmadığımdan adını sayamadığım daha nice üstad varsa hepsine selamlar olsun! Zira bu üstadlar, halkın ürününü halka sunmuş, coğrafyaları birleştirmiştir. Afyonlu’ya Malatya türküsünü, Edirneli’ye avşar bozlağını, İzmirli’ye deyişi, Rizeli’ye semahı ve daha nicelerini nicelerine aktarmışlardır.
Söz uçar yazı kalır diye boşa dememişler… Bir ürünü, bir eseri, bir bilgiyi kaydetmek, dahası onu başkalarına aktarılabilir hale getirmek “zenginleşme”nin yoludur. Bunu kendi hayatlarımızın iktisadi dengesine benzetebiliriz: Para biriktirmeden, bu parayı menkul ya da gayrimenkul bir değere çevirip saklamadan, zenginleşmenin imkanı yoktur. Çoluğumuza, çocuğumuza bırakacağımız şeyler bu birikimlerdir.
Eğitimin yolu kayıttan geçiyor
Bu konu üzerinde kafa yormamın sebebi bir süredir farkında olduğum ancak geçtiğimiz hafta tekrar deneyimlediğim ve artık gittikçe beni rahatsız etmeye başlayan bir olay: Bir süredir bir eğitim kurumunda modül sınavlarına hazırlanan teknisyenlere ya da teknisyen adaylarına “Temel Aerodinamik” dersi vermekteyim. Dersi zenginleştirmek için görsel kaynaklardan yararlanmak şart; zira fiziksel olaylar sadece sözle anlatıldığında göz önünde tam canlandırılamayabiliyor ve bu da anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebep olabiliyor. Bu yüzden internetteki video sitelerinden faydalanarak çok iyi ve faydalı ders yardımcıları elde edilebiliyor. Bugün Youtube’a girip bir kanat profili etrafındaki akışı, bir Fowler flap’ın nasıl açılıp kapandığını gösteren videolar bulmak mümkün. Hepimiz ses duvarını aşan bir uçağın nasıl bir görüntü yarattığını yine aynı imkanlarla bilmiyor muyuz? (Şu meşhur F-18 videosu mesela…)
Bunları araştırırken insan ABD’li okullara hayran kalıyor. Evet evet… Hayranlık kelimesi çok ağır değil mi? Zira boş, beleş ve dayanaksız bir şekilde “batı hayranı” bir insan olmaktan her zaman imtina etmişimdir, fakat bu hayranlığımı şiddetli bir takdir duygusuna dayandırabilirim. Uzun yıllar önce çekilmiş ve eğitim amacıyla hazırlanmış videolara bakınca insan bazı devletlerin teknikte ve bilimde niçin bu kadar ileri olduğunu rahatlıkla anlıyor.
ABD’li üniversiteler, öğrencilere göstermek üzere yapmış oldukları bir çok deneyi, çalışmayı kayda almışlar. Bir belgesel gibi de düzenlemişler. Okullarda eğitim aracı olarak gösterilmiş. Şimdi de youtube gibi sitelerde meraklısının, ihtiyaç duyanın hizmetinde bekliyorlar, ancak siz çoğu 60’larda, 70’lerde yapılmış bu videoları görünce içiniz cız ediyor. Hatta ve hatta NASA’nın, ya da Smithsonian Hava ve Uzay Müzesi’nin sadece çocukları hedefleyen siteleri var. Kişilerin kendi yaptıkları model uçaklarla ilgili kayıtlarından tutun, üniversitelerdeki akademik çalışmaların görüntülerine kadar, bilgi ve görüntüler derya deniz…
Bizim aramızda bu tip çalışmalar yapanlar yok mu? Var elbet. Örneğin bizler de okurken İTÜ’de yerleşik bulunan Trisonik Araştırma Laboratuvarı içerisinde rüzgar tünelleri aracılığıyla bir dizi deney gerçekleştirdik. Bunu öğrenciler olarak hepimiz yapmıştık, kaldı ki araştırma görevlileri, yüksek lisans ya da doktora öğrencileri zaten mütemadiyen çalışmalar yapıyorlar ama kaydediyorlar mı? Hayır. Kaydetsek bile bunu herhangi bir vatandaşın anlayabileceği düzeyde anlatıyor muyuz? Hayır. Vatandaşı geçtim; bu çalışmaları derslerde diğer öğrencilere de anlatabilmek için nitelikli videolar alıp bunları düzenliyor muyuz? Hayır. Tek tük yapan varsa da bunu bir düstur haline getirebilmiş değiliz.
Bunu, Voltaire’in 17. yüzyılda yazdığı “Türkler, müslümanlar ve ötekiler” adlı kitabında bizler için söylediği “Türkler sadece atalarının ne kadar iyi olduğu ile övünürler, ama iyi olmaya çalışmazlar” sözünü tekrar ve tekrar kanıtlarcasına yapıyoruz, zira yeri geldiğinde hepimiz “Osmanlı’da arşivciliğin ne kadar ileri olduğunu” söyler dururuz. Hakikaten de Osmanlı devletinin, özellikle yazışmalar ve maliye tarafında inanılmaz bir kayıt sistemi vardır ve herhangi bir dönemin yazılarını, harcamalarını ya da devlet dairelerinden birinde ne olup bitmekte olduğunu araştırmak isteyen birisi hiçbir sıkıntı ile karşılaşmaz, fakat bir üniversitenin, bir kurumun görsel arşivlerine göz atmak istediğinizde aynı zenginliği bulamayabilirsiniz.
Yeri geldiğinde bazı kurumların yüzbilmem kaçıncı yılını, yetmişinci yılını kutladıklarını görebilirsiniz ama genel müdürlüklerine gidin bir bakın, müzeleri var mı? Yok. Gençlere ya da çocuklara yönelik özendirici ya da öğretici çalışmaları var mı? O da yok.
Bireysel bir alışkanlık mı?
Acaba diyorum; onca şey için çeşitli bahanelerle ödenekler alınan bir ülkede, göstermelik de olsa kurumlar neden böyle bir çalışmaya yönelmezler?
Belki de bu kişisel bir disiplin ve bizlerde bu disiplin ya da arzu çok zayıf. Belki göçebe kökenlerimizden gelen bir umursamazlıktır, zira göçebe bir toplum hiçbir şeye kalıcı gözle bakmaz. Bu bakış, göçebeler arasında dünya malına değer vermemek ve insana daha çok önem vermek gibi çok büyük erdemlerin kökenini oluştururken belki arşivcilik, kolleksiyonculuk gibi uğraşları bertaraf etmiştir.
Düşünüyorum da; ilkokulda bir heves biriktirdiğim istiridye kabuklarından, yine henüz ilkokuldayken müthiş bir burnu büyüklükle “kitap yazdığımı” düşünerek kendimce yaptığım “UFO araştırmaları”na kadar her şey annemin gazabına uğradı. Ne zaman olduğunu bilmediğim bir tarihte, evin “çöp ev”e dönüşeceği kaygısıyla onun için fazlalık olan bu şeyler ortadan kaldırılmış. Daha vahim bir örnek vereyim: Ben bir lise öğrencisiyken değerli yazar Yüksel Önaçan’ın (kendisinin de işte bu söylediğim erozyona karşı çalışmaları olmuş ve Emirdağ’a ait kültür öğelerini kitaplarında yaşatmaya çalışmıştır) bana hediye ettiği, şu an markasını bile hatırlayamadığım ama çok kıymetli, turuncu renkli, Alman malı antika daktilo şu an kimbilir hangi hurdacıda. Anneme daha sonra onun şu anki kıymetinin belki bir on bin avro olabileceğini söylediğimde daktilonun izini sürmeye kalktı.
Çevremde konuştuğum eş, dost ve arkadaşlara da bazen soruyorum; ilginçtir sorduğum insanlardan bir kısmı annesi, eşi ya da herhangi bir aile üyesi tarafından aynı gazaba uğratılmış… Kalan kısmının bir şey saklamak, arşivlemek gibi bir kaygısı yok, o yüzden böyle bir anısı da bulunmuyor. Öte yandan annemin bu davranışına rağmen, kolleksiyonculuk ve arşivcilik alışkanlığını babamdan edindiğimi söyleyebilirim: Babam her bir fotoğrafa bile ayrı kıymet verir. Seri numaraları ilginç olan paraları bile saklar. Bunu bir gün satmak için yaptığını da sanmıyorum; zira ihtiyacı olup da satmadığı günleri de bilirim.
Yapılabilecekler var!
Öncelikle yazdıklarımızı ikiye ayıralım ve öyle değerlendirelim: Birincisi, arşivcilik. Bireysel düzeyde arşivciliğin, kaydın önemini anlayabilmemiz lazım. Çocuklarımıza bunu aktarabilmemiz lazım. Çocuklara aşılanan arşivcilik ve kolleksiyonculuk bilinci, zamanla tarih bilincini geliştirir. Gelişen bir tarih bilinci tarihi eserlere saygıyı getirir ve bir gün tarih olacağı düşüncesiyle çevre bilincini de geliştirir. İnanın yere çöp atıp atmama mevzuu bile bu arşivcilik bilinci ile çözülebilir.
İkincisi de eğitimcilik… Kayda önem veren bir kimse yaptıklarını kayıt altına alacaktır ve bunu diğer insanların paylaşımına sunmak için çabalayacaktır. Bakınız, bir arşivcilik bilinci, çevre bilincinden, paylaşımclığa kadar bir çok erdemin kaynağı olabiliyor. Bu kapsamda düşünürsek, özellike akademik ya da teknik çalışmalar yürüten arkadaşlara –öğrenciler, öğretim görevlileri ve sadece ilgililer de dahil- aynı zamanda yaptıklarını güzel bir şekilde anlatan eğitim videoları haline getirmelerini tavsiye ederim. Üstelik mümkünse bunu çocukların bile anlayabileceği bir dilde yapmak gerekiyor.
Bakın ne acıdır ki ben “Temel Aerodinamik” derslerinde taşıma, sürükleme, ağırlık ve itki kuvvetlerinin uçağın geometrisi ve malzemesi ile ilişkisini anlatabilmek için ABD’deki Smithsonian Ulusal Hava ve Uzay Müzesinin 12-15 yaş çocuklar için hazırladığı bir video oyununu kullanıyorum. Bir müze bile bu konuda üzerine yapmaya çalışmış. Bizim evlatlarımız havacılığa merak sarıp internette bu konuda bir şeyler arasa hiçbir şey bulamayacak. Bu sizin de canınızı acıtmıyor mu?
Türkiye’de hali hazırda bu misyonu üstlenebilecek bir kurum var aslında: Türk Hava Kurumu. THK, okullarda model uçak kursu vererek çocukların ilgisini çekmeyi başarabiliyor. Onu da takdir etmek gerek, ancak devir değişti. Belki Türk Hava Kurumu, ABD’deki muadili kurumlar gibi, çocuklara yönelik bir web sitesi hazırlayabilir. Böyle bir proje olursa gönüllü olarak ben de destek vermek isterim. Buradan da duyurmuş olalım.
İTÜ’deki öğrenci kulüplerine de benzer teklifleri götürmeyi düşünüyorum. Okurlar arasından da gönüllüler çıkarsa lütfen benimle temas kursunlar.
İyi haftalar.
NOT1: Yine de başarılı bir kaç site var; mesela Uzman TV, aynı zamanda ticari kaygı gütse de bir çok konuda başarılı bir şekilde temel bilgi sağlayan videolar sunuyor; tek problemi uzman seçimlerinde çok özenli davranmamaları, ama yine de başarı yüzdesi çok yüksek.
NOT2: Bu konuda bir takım haberlerim var: Birincisi, önümüzdeki Salı’dan itibaren her Salı, 91.6 frekansından yayın yapan Radyo 24’te, Ömer Cansızoğlu ile “Açık Bilim” adlı bir program yapacak ve bize ayrılan bu bir saat içerisinde herkes tarafından anlaşılabilir bilim sohbetleri yapmaya çalışacağız. Ayrıca 1 Kasım’da ilk sayısı yayınlanmak üzere “Açık Bilim” adlı bir internet dergisi için çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Haberler sürecek.
NOT3: Havacılık dışındaki yazılarımla artık Gazeteport’tayım. www.gazeteport.com
(http://www.airporthaber.com/havacilikta-kamuya-acik-egitim-951y.html)