Haftanın Yorumu: Savaş, Siyaset ve Ticaret Üçgeninde

Zaman zaman gazeteci arkadaşlardan köşe yazılarımın bir makaleden ziyade bir dergi yazısına benzediğine dair eleştiriler alıyorum.

Eleştiriler “olmaz” şeklinde değil… Bilakis, “buna köşe yazısı denmez, ama böyle iyi oluyor. Bir çok bilgiyi bir arada bulabiliyoruz” diyorlar…

Doğrudur. Ben köşe yazısı yazmakta çoğu zaman zorlanıyorum. Köşe yazısı, mükemmeliyetçilik gibi bir takıntıyle düşündüğünüzde, yazıya konu ettiğiniz şey hakkında çok şey bilebilmekten geçiyor. Bunun için araştırma ve kendine güven lazım. Kaldı ki galiba kendimi bir konuda -ne kadar bilirsem bileyim- o konuya vakıf hissedemiyorum. O yüzden yazılarım belli kaynaklardan elde edilmiş bilgilerin bir yorum potasında eritilerek birleşimi haline geliyor (SPK ilkeleri, icra komitesi raporları, kaza kırım raporları, araştırma kurumları vb.).

Bu sebeple her hafta bir konuda detaylı ve doğru bilgiler sunmak zor olabileceğinden bu haftadan itibaren zaman zaman tek bir köşe yazısı yazmak yerine haftanın çeşitli olayları hakkında çeşitli yorumlarda bulunmak istiyorum. Bunun böyle daha iyi olup olmadığını ancak siz okurlardan gelen geri besleme ile anlayabileceğimden sizin yorumlarınız çok önemli.

Bu kapsamdaki ilk çalışmamızı da bugün yapmış olalım.

F-35 Siparişlerinin İptal Durumu

Türkiye, aviyoniklerin yönetildiği ana bilgisayar yazılımının açık olmaması sebebi ile F-35 siparişlerinin iptali konusunda söylemlerde bulunuyor. Kesin rakamın da belirleneceği sözleşme görüşmeleri öncesindeli, TAI’nin C130 modernizasyonu ve ANKA otomasyonundaki başarısından sonra yüzünü F-16 görev ve ana bilgisayarlarına yerli çözüme çevirmesinden sonraki bu çıkış önemli.

Bu tip bilgiler devlet sırrı olduğundan kesin bir bilgiye ulaşmak mümkün değil ama böyle bir kararı almadan önce aşağıda belirtilen durumların iyi tahlil edilmesi gerekiyor:

1.    Türkiye’nin bu siparişten vazgeçmesi halinde F-35 projesine dahil olma potansiyeline sahip olan ancak ortaklığa en başta dahil olmadığı için F-35’i olası muharebe uçakları listesinden çıkaran bir ülke var mıdır ve Türkiye’nin çıkması halinde bu ülke ikame olarak projeye dahil olabilir mi?
2.    Türkiye’nin çekilmesi halinde alternatif bir uçak projesi var mıdır? Eğer yoksa F-16’ların PO III kapsamında modernize edilmesi, PO IV kapsamında yeni F-16’ların elde edilmesi (16’sı çift koltuklu D ve 14’ü tek koltuklu C modeli olmak üzere toplamda 30 adet gelişmiş F-16C/D (Blok 50+)) ve Blok 30’lara uygulanacak yerli modernizasyonun filoyu yenilemesi F-35’lerle karşılanmak istenen ihtiyaçları yeterli düzeyde karşılayacak mıdır?
3.    Asıl amaç F-35’lerin yazılımlarına erişim midir? Yoksa yerli yazılım kullanımı için zemin mi hazırlanmaktadır. Eğer ikinci seçenek ise muharip uçaklarda test edilen yerli bir yazılım mevcut olmadığından başarısızlık riski nedir?

Elbette Savunma Sanayii Müsteşarlığı’ndan ilgili uzmanlar bu konulardaki risk değerlendirmelerini yapmıştır. İcra Komitesi’nde sarfedildiği söylenen “F-16 meselesine benzemesin” cümlesi doğru bir yaklaşımı ifade etmektedir: Evet. F-16 alımında çok kötü bir pazarlık yapılmış, uçaklar barış ile geçen bir dönem içerisinde bu özelliklerine çok da ihtiyaç duyulmadan caydırıcı bir unsur ve envanterdeki ilgili boşluğu doldurma konusunda görev yapmışlardır.

Ancak… Türkiye’nin Libya ile ilgili çıkışlarında sahip olduğunu düşündüğü bölgesel oyuncu vasfını tahmin ettiği kadar taşımadığı da daha geçen hafta tecrübe edilmiş, onca sert söyleme rağmen NATO’nun bölgeye dahil olması ile apar topar karar ve tutum değiştirdiğine de şahit olunmuştur.

Eğer söz konusu çıkış Libya çıkışına benzer bir çıkışsa, korkum ilgili talepte zararlı çıkılması ihtimalindedir.

Siyaset, Para ve Savaş Üçgeni

Libya olayı ile politika ve ticaret arasındaki “küreselleşme ve kapitalizm” köprüsünün ne kadar sağlam olduğunu gördük. Resmi ağızlarca bile ifade edilen, yer altı kaynaklarını hedeflenmesi, bir haçlı seferine benzemesi gibi konuları bir kenara bırakalım; NATO üyesi olmamasına rağmen başından beri Libya hususunu takip eden ve toplantılara katılan İsveç, SAAB’ın ürettiği muharip uçak Gripen’i hem test etmek, hem de pazarlamak amacıyla Libya operasyonunda kullanmak istiyor.

Libya konusunun muharip uçakları üreticisi güçlerin ortak tatbikat meselesine dönüşmesi tamamlanmış durumda. Dikkat ederseniz hava operasyonları üretici ülkelerin hava kuvvetleri tarafından yönetilecek gibi görünüyor.

Özellikle dikkat çekmek istediğim ve okularımı bilgilendirmek istediğim bir konu da Japonya’daki nükleer santral vakası, beraberinde Muğla Akkuyu santraline gösterilen tepkilerle ilgili.

Hemen yanıbaşımızda, Ermenistan sınırları içerisinde bulunan, Metzamor Nükleer Santrali’nin teknik ömrünü tamamlamasına rağmen, bölgeyi çok büyük bir tehdit altına sokacak şekilde faaliyetlerine devam ettiğini kaçımız detaylarıyla biliyor?

Bu santral de siyasi sebeplerle açık tutulan bir santral. Üstelik 2005 yılında teknik ömrünü tamamladı ancak buna rağmen -Robert Koçaryan’a göre- 2016’ya kadar faaliyetini sürdürecek. Avrupa’nın bu tehlikeyi ayakta tutmasının sebebi kapatılması için Ermenistan’a teklif edilen 100 milyon Avro’nun Ermenistan tarafından az bulunması ve akabinde 1 milyar avro istenmesi ve bunun da AB tarafından yüksek bulunması.

Ancak başka bir boyut daha var: Uzakdoğu’daki bir nükleer santralin bulutlarının tehlikeli olmayacak boyuttaki bulutları yaklaşıyor diye iyot tabletlerinin satışında patlama yaşanması da burna kötü kokular getirmiyor değil. İkinci bir domuz gribi vakası olarak da adlandıracağımız bu durumun ne kadar süreceği ve kamuya nasıl servis edileceğini zaman gösterecek.

THY’nin 2010 kârı

THY’nin 2010 yılı kârı 286 milyon TL olarak açıklandı. Bu rakam geçtiğimiz yıla göre düşük. Bunun altında göze çarpan iki önemli sebep var: Petrol fiyatlarındaki yükseliş ve THY’nin yatırımlarını arttırması. THY’nin pazarlama ve sponsorluk giderlerini de zorlarsak üçüncü bir etmen olarak bu kapsamda değerlendirmeye alabiliriz.

Yatırım yapmanın ilk etapta kârı düşüreceği aşikardır. Yatırımlardan gelir alınmaya başladıktan sonrasını değerlendirmek gerek. Şirket ömürleri için yıllık değişimler, yatırımlar da dikkate alındığında önemsiz parametreler haline geliyor. Her şeye rağmen THY’nin kârının şişirme olduğunu düşünen bir takım kişilerle karşılaşmıyor değiliz. Yabancı yatırımcıların ve fonlarında ilgi gösterdiği, borsaya kote bir firmada –ki daha önceki yazılarımızda Swiss Air vakasına dikkat çekmiş ve bazı benzerlikleri de göstermiştik- denetçi firmalardan bir şey kaçırmak mümkün değildir diye düşünüyorum.

Dikkat ederseniz, bu kar başarılıdır ya da değildir demiyorum; zira bugün şirketlerin gerek petrol fiyatları, gerek döviz dalgalanmalarından korunmak için çeşitli sigorta sistemlerini kullanma şansları var (opsiyon gibi türev yatırım araçları) ve bunlar ne kadar kullanılmış, ne kadar efektif kullanılmış tartışılır. Ancak kârın şişirme olduğuna katılmıyorum. Zira geçen seneye göre de düşük çıktı. Daha önce dikkat çektiğimiz tehlikeler de şirketin karlılığıyla ilgili değil, borçlanma kontrolü ve risk yönetimi ile ilgiliydi.

Pegasus’un da borsaya kote olması THY için iyi bir karşılaştırma aracı olacak. İşte o zaman daha sağlıklı bir yorum yapabileceğiz.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir