Fransızlardan saygı görmenin kuralları değişti.
Parayı basan Fransa’da iyi şekilde ağırlanıp, hatta övgüler alıp dönebilir.
Oysa Fransızları Ermeni sözde soykırımına olan yaklaşımları dolayısıyla biz pek bir “insan hakları savunucusu” ya da “demokratik” bilirdik. Ama balık baştan kokar…
Denecektir ki Sarkozy başka, Fransızlar başka… O zaman Fransızların dünya görüşleri ile devlet başkanlarının davranışları karşılaştırıldığında ortaya şöyle bir durum çıkıyor:
Fransa da bugün her ne kadar Avrupa’nın belli standartlarını yakalamış bir ülke olsa da halkından bir lider çıkaramıyor… Ya da giderek sanayileşen Fransa da pragmatik teknokrat ve endüstriyel geçim kaynaklı bir taban oluşuyor.
Sadece hizmete dayalı ekonomiyle başını belaya sokan İngiltere, Avrupa’nın yardımıyla ayakta duran Yunanistan, ince bir ipin üzerindeki acemi bir cambaz kadar düşmeye müsait Portekiz’den sonra Fransızlar sanayi devriminin ahlaki çöküntüyü beraberinde getirdiği tarih sahnesini tekerrür etmek istiyorlar. Üretime dayalı sanayi Fransa’nın şu an sarıldığı en önemli lokomotif ve ürünlerin pazarlanmasında duygusal ve siyasi öğelerin baskınlığı var.
Bilhassa havacılık ve savunma sanayiinde Fransa’nın devlet politikaları, değer sistemi ve satış şekilleri arasında bir çifte standart göze çarpıyor.
Fransa’da kamusal olarak bir “başarısızlık fobisi” yaygınlığından bahsedilebilir artık. Dassault Rafale ile askeri havacılıkta darbe üstüne darbe yiyen Fransa, söz konusu kara, deniz savunma ürünleri ya da sivil havacılık teknolojileri olduğunda telafi etmeye yönelik davranışlar gösteriyor.
Bu suyun başında Sarkozy var.
Sarkozy, “satış” hezeyanı ile Avrupalı liderler arasında “Berlusconi” ile birlikte sınıflanan bir insan haline geliyor.
Mesela Libya ve Fransa yakınlaşması AB’nin tüm kaygılarına rağmen Sarkozy tarafından icra edildi. (Her ne kadar ABD ve AB arasında Libya’yı kapma yarışının Sarkozy üzerinden yürütülen bir oyunu olduğu iddia edilse de.)
Öte yandan Sarkozy, sadece AB ülkeleri değil, aynı zamanda NATO ülkelerinin de tüm kaygılarına ve Rusya’nın tüm tahrikkar söylemlerine karşın Rusya’ya Mistral Amfibik Çıkarma ve Helikopter Gemisi satılması konusunda ısrar etti…
Çin konusunda AB’nin ortak bir tutumu henüz olmasa da insan hakları ihlalleri ile AB gündemini meşgul eden bir ülke de Fransa’nın neredeyse “stratejik havacılık ortağı” olmak üzere…
Bu ne cesaret? Hatta bu nasıl bir “aleni” çelişki?
Çünkü aynı Sarkozy bundan bir kaç yıl önce Kaddafi’nin sebepsiz yere hapse attırıp 8 yıl boyunca işkencelere maruz kalmasına göz yumduğu beş bulgar hemşire ve bir filistinli doktorun serbest bıraktırılmasını ulusal bir başarı olarak göstermişti… Ancak bir süre sonra da “çeşitli siparişler karşılığında” Kaddafi’ye hem Fransa hem de AB’den türlü destek ve avantajlar sağlanmıştı…
Görünen o ki “çelişki” artık Avrupalı siyasetçileri korkutmuyor –ve uluslarüstü firmalar Avrupa siyasetine yön vermeye başlıyor-.
Şu sıra gündemde olan konu Çin’in vereceği büyük çaplı (102 adet) Airbus siparişi Çinli lider Hu’nun ülkeyi ziyareti ve Sarkozy’nin onu krallar gibi ağırlaması ile başlayan bir süreç değil! Zaten 102 adet uçak da Çin’in önümüzdeki yıllarda ihtiyaç duyacağı uçak sayısının 10’da biri bile değil…
Çin bu ihtiyacı Airbus kaynaklı karşılamak için uzun süredir bir hazırlık içerisinde:
2008 yılında Çin ve Fransa arasında imzalanan bir anlaşma ile zaten Airbus A350 XWB uçağının ileri teknolojik parçaları –teknoloji transferi ile birlikte- Çin’de üretilecek.
2009 yılında da Avrupa’dan aktarılan parçaların Çin’de kurulan tesislerde montajıyla birlikte ilk Çin malı “A320” de Sichuan Airlines’a teslim edildi ve Çin A320 sipariş ettikçe bu tesis çalışmaya devam edecek.
Çin’in önümüzdeki 20 yıl içerisinde 2500 adet uçağa ihtiyacı olacağı hesaplanıyor ki bu çok ciddi bir rakam.
Ve görüldüğü gibi Fransa’da daha önce Kaddafi şimdi ise Hu ile ortaya çıkan mesele sanıldığı gibi “özgürlükçü ve demokratik” Fransızlarda siyasi bir kriz çıkarmıyor.
Demek ki Avrupa da “ekonomi çöktüğünde ilk çöken ahlaktır” sözünü karşılıksız bırakmıyor.
Çin ile yapılan bunca endüstriyel anlaşmalardan sonra mesele sadece “krallar gibi ağırlamak” meselesi ise eğer, artık Avrupa’nın insan hakları savunuculuğu, basit, naif ve hatta siyasi bir silah olmaktan öteye gidemiyor demektir.
İyi haftalar.
Bir yanıt yazın