İsmi bir kitap adı gibi… Gören de yıllarca yaşadım da bir hatırat kaleme aldım sanır. Öyle değil elbet…
Ankara benim için daha önce hep şunlar oldu:
– Askeri basın turları için kalkış noktası olan Etimesgut Havalimanı
– IDEF fuarının eski evsahibi
– Airshow fuarının ev sahibi
– Bir başkent olarak Ulaştırma Bakanlığı ve Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün konuşlandırıldığı şehir
– Bazı arkadaş ve dostların ikamet ettiği şehir.
– Çeşitli iş ilişkilerini yürütmek ya da halletmek için uğranan mekan
Geçen hafta Ankara’da bir hafta kaldım. İlk defa kendi arabamla gittim. O yüzden listeye şu aşağıdaki maddeler de eklendi:
– İnsanların yol vermediği şehir. (Ankara’da yol verilmez, yol alınır diye de bir deyiş duydum hatta. İstanbul’un gözünü seveyim.)
– Altgeçit /Yangeçit ilişkisini çözmemin ve şehri anlamamın çeyrek depoya mal olduğu şehir
– 2 boyutlu şehir (Ozan Oğuz H. arkadaşım dikkat çekti, bu kavramı ona borçluyum. Şehri üstten göremiyorsun. Tüm sokaklar, ev dizilimleri… aynı oğlu aynı…)
Son gidişimde içinde bulunduğumuz yıl içerisinde iş sebebiyle İstanbul’dan Ankara’ya taşınmak zorunda olan iki arkadaşımın da şikayet ve düşüncelerini dinleme şansım oldu.
Bir kere İstanbul’dan Ankara’ya gitmek çok zor.
Ozan’ın da dikkat çektiği gibi, şehir iki boyutlu. Ovadan ibaret. Sokakları, evleri yüksekten gördüğün çok az nokta var ve bu çok az noktaya günlük hayatta pek de uğramıyorsun.
İstanbul’un ayrı bir havası var. Geçtiğimiz cuma akşamı Eskişehir’de Kentpark’ta kuzenim, kardeşim ve ben yürürken kuzenime de söylediğim gibi: “Şu dağın ardında bir deniz olduğunu bilmek dahi şehrin havasını değiştiriyor. İstersen sen şehrin öteki ucunda ol…”
Atatürk’ün Ankara’yı başkent olarak seçerken düşmanın güçlü donanmasıyla uğraşmak istemediği için denizi olmamasını bir avantaj olarak gördüğünü anlıyorum. Muhteşem bir stratejik karar. Dağlar arasındaki bu ovanın denizlere uzak olması “Hatt-ı müdafaa değil sath-ı müdafaa” prensibini başarılı kıldı. Ancak bizlere bürokrasi uğruna uğradığımız çorak ve bozkır bir başkent bıraktı. Başkent artık bir simge. “Başkent İstanbul olsun” gibi düşünceler de altı boş ve rejimden intikam almak isteyen, geriye dönmek isteyen bir kaç hastalıklı düşüncenin ürünü… Bu yüzden yine de insan Ankara’ya biraz renk gelsin istiyor.
Tabi bu noktada Göksu Parkı’ndan bahsetmemek olmaz. Ankara’nın ortasında bir gölet. Dağ kızağı denen bir şey de yapmışlar ki keyfimden iki kez art arda bindim. Şimdi beni bıraksalar koşar binerim.
Nitekim 1 hafta kalıp geldik işte yine. Özlemişim İstanbul’u.