Kişisel site… Site lafının bir ara IXIR reklamındaki Banu Alkan repliği sayesinde aynı zamanda oturduğumuz evler birbirine benzerse bir arada anılmak için sarfedilen kelime de olduğunu keşfetmiştik.
“İstanbul’da yer mi var ki site yapalım”…
Öyle demeyin Banu Hanım,
Onca orman var… Yakın, belediyeden de adam angaje edin, yer açılsın. Belediyeci ile siz birlikte puro yakın. Çamlar meşeler yanarken aldığınız keyfi tütünle pekiştirin…
Velhasıl kişisel site yaparken bırakın orman yakmayı, neredeyse entropi bile arttırmadığımızı söyleyebiliriz. Üstelik bu bloglar, forumlar sayesinde epey bir bilgi de insanlığın ortak kullanımına açılmış oldu. Zira -okuyanlar da bilirler- daha önce “İnternetin getirdikleri” ve “Üçüncü kültür” hakkında bir iki akademikimtrak yazı kaleme almıştım. Benim hayran olduğum şey, işte bu blog/forum kültürüdür.
Geçtiğimiz günlerde öğrencilerin belirtilmiş soru tipine göre düzeylerini belirleyen bir yazılım yazacak oldum. Ticari bir mesele olmadığı için olayı sevgili iş ortaklarıma ya da benim için bunu eser iş olarak ortaya çıkartabilecek arkadaşlara paslamadım. Veritabanı hususunda çok iyi olmadığımdan Excel üzerinden çalışan, ancak bir Windows uygulaması olan bir şeyler ortaya çıkarttım. Gerek Excel’i dışarıdan kullanmak, gerekse özellikle grafikler oluştururken kullandığım bir Windows denetimi olan MsChart’ı öğrenirken bu engin denizden inanılmaz faydalandım. Böyle giderse kütüphaneler tarihe karışacak… Hatta “ders kitapları da”. Özellikle bilgisayar konusunda artık kitap basmak göz göre göre zarar etmek demek (göz göre göre kazık yemek isteyip onları almaya devam etmek isteyenler hala hatırı sayılır miktarlarda demek ki…)
Tabi şimdi olaylara bakış açım böyle. Yani blog dediğin, forum dediğin ademoğluna faydalı olmalı. Bu yüzden bildiğiniz mecralarda yazdığım yazıları kendi sitemde yayınlıyorum. Başka yayınlayacak gazete, web sitesi vs. bulamazsam, o tip yazın eserlerimi de sitemek koyuyorum. Fakat başlıkta da sölediğim gibi, benim şu blog mantığını bir kavramam gerek.
Akşama kadar car car car, siyaset, felsefe, politika, bilim, onca insanla fazlasıyla şey konuşuyor, insanlara düşüncelerimi serbest bir dille aktarıyorum zaten. Yazmayı kasıntı görmemin sebebi çok titiz olmam. Gazetecilik tarafımızın vermiş olduğu bir huy olsa gerek. Canı çıkarmadan huyu çıkaramam, ama huyu taksonomik bir hapishaneye koyabilirim. “Yani kardeşim, yazdığın yazının sınıfına göre davranış beğen… Madem blog yazacaksın, serbest ol. Kimse seni ayıplayacak değil…”
Öyle ya…
Şu andan itibaren günlük meseleler karşısındaki düşünceleri bir şekilde dile getirmem lazım. Mizahi yönümün kuvvetli olduğunu söyleyen arkadaşlar bunu yazılarıma aktarmadığımdan şikayet ederler.
Şimdi o zaman ben ağlanacak halimize bi güldürmeye çalışayım bakalım kendimizi…
“Blog” muymuş, yoksa “buz bloğu” mu anlarız…