Geçtiğimiz hafta bir A320’nin de deniz uçağı olabileceğini gördük… Daha doğrusu pilotun onu mükemmel bir şekilde, deniz uçağıymışçasına indirebilmesini. Herhalde uçağın yüzey gerilmesi, onu taşımaya yetse yolcuları kayma botu ile indirmeye gerek kalmayacak, sıradaki limana yanaşabilecekti… Kahraman ilan edilen pilota nacizane bendeniz de gıyabında saygılarımı sunuyor, tebriklerimi iletiyorum.
Bu olayla birlikte kuş çarpması hakkında bildiklerimi hatırlamaya, bilmediklerimi ise öğrenmeye çalıştım. Sizlerin ilgisini çekebileceğini düşündüğüm bazı küçük notları aktarıyorum:
Yıl 1905. Wright kardeşler ilk uçağı uçurmayı başarmışlar; ancak denemelerden birinde kuş çarpmasına uğramışlar. Tarihin bu safhasında meydana gelen bu olay kuşların daima uçaklar için risk oluşturacağını haber verir gibi.
Ne yazık ki, kuş çarpması tamamen engellenebilen bir şey değil ve kuşlar var oldukça, onların sahasını işgal eden bizler, böyle bir durumla karşılaşma ihtimalini göz önünde bulundurmak durumundayız. Bu probleme karşı bulunabilen en iyi çözümlerden birisi daha sağlam kokpit camları tasarlamak, bir diğeri de kuş motora çarpar çarpmaz en azından motoru kapatarak yangını engelleyecek akıllı sistemler geliştirmek. Her ikisinde de şart 4 lbs (1.8 kg) ağırlığa kadar olan kuşlar için emniyetli olması. Kokpit camları çift kattır. Arasında vinyl adı verilen şok absorbe edici özel bir malzeme bulunur. Böylece uçak seyir hızında iken 1.8 kg ya da daha az ağırlığa sahip bir kuş çarparsa camın kırılması önlenmiş olur.
Tek motora kuş girmesi, -eğer yangına sebebiyet vermezse- çok mühim değil. Ancak her iki motora kaçması genelde ölümcül sonuçlar doğuruyor.
Çok yüksek irtifalarda kuş çarpmasına rastlanmadığından kokpit camının kırılması basınç vurgunu ya da hipoksi gibi durumlar oluşturmuyor. Ancak 1962’de T-38 ile eğitim uçuşu gerçekleştiren NASA pilotu kadar şanssız da olunabiliyor. Pilotun kırılan camının parçaları motora girip, daha tehlikeli bir durum oluşturmuş ve pilotun hayatını kaybetmesine yol açmıştır.
Sadece uçaklar değil, uzay mekikleri de kuşlardan nasibini almıştır. 2005 yılında test uçuşlarından birine çıkan Discovery de kuş çarpmasına uğramış, fakat uçaklara nispeten çok daha sağlam olan araçta ciddi bir hasara rastlanmamıştır.
Son olarak da istatistiklerden bahsedelim: Genelde kalkış, iniş, tırmanma ve alçalmada meydana gelen kur çarpmalarının %90’ı havaalanı yakınlarında gerçekleşiyor. FAA’in 2005’te yayınladığı bir rapora göre %61’i 30 metre altında gerçekleşirken, ancak %8’i 900 metre irtifa üzerinde gerçekleşmiş ve tüm bu kazalardan sadece %15’i katastrofik arızalara sebep olmuş.
Yukarıda bahsettiğimiz teknik iyileştirmelerden daha somut ve kökten bir çözüm bulunamadığı için kule, saha kontrol ve benzer işlevli kurumlar bugün kuş rotalarını izlemekle, sürü varlığını bildirmekle yükümlü. Bilinen kalabalık kuş göç yolları, göç zamanında kullanılmıyor. Kuşların tüm bu davranışlarını izlemek için göçmen kuşların uğrak yeri olan ve bu açıdan epey sıkıntı çeken Hollanda’da hava kuvvetleri yararına çalışan bir kurum da mevcut. İsmi ise ROBIN (Radar Observation of Bird Intensity). Yani Kuş Yoğunluğu Radarla İzleme Merkezi.
“Havacılık Endüstrisi” yayın hayatına başladı
Bu arada; geçtiğimiz Cumartesi, Airport TV’de yapımcılığına henüz başladığım “Havacılık Endüstrisi” adlı programın ilk bölümü yayınlandı ve MyTechnic Teknoloji ve İş Geliştirme Direktörü, Uçak Mühendisi Can Erel konuğum oldu. Kendisi ile genel olarak havacılık endüstrisinin durumu, MRO sektörü ve pazarı, MyTechnic’in geçmişi ve gelecek planları üzerine konuştuk.
“Yetişmiş Uçak Mühendisi” ve Airport TV
Ancak hazır bu konu açılmışken değinmek istediğim başka bir konu var. Programın ilk bölümüyle ilgili Airport Haber’de yer alan duyurunun altına yazılan yorumlardan birisi dikkatimi çekti. Yorumu yazan kimse yetişmiş bir uçak mühendisinin neden TV sunuculuğu yaptığını soruyor. Bu yüzden biraz kendimden bahsetmek bir görev oldu.
Öncelikle söylemem gereken şey; sadece Airport TV’de çalışmadığımdır. Tarkim Uçuş Okulu’nun Teknik Müdür Yardımcısı, Simülatör Operatörü ve Yer dersi öğretmeniyim. Ayrıca Aviation Türk dergisinin de Genel Yayın Yönetmeniyim. Yani mesleğimle ilgili epey uğraşlarım var.
Zira, medya benim için uçak mühendisliğinden daha eski. On beş yaşındayken Eskişehir’in İstikbal Gazetesi’nin kapısını çalmış, gazetede yer oldukça, bilimsel ve teknik gelişmeler hakkında yazı yazmak istediğimi söylemiştim. Onlar da kabul etmişti ve ben o hazzı ilk o zaman yaşamıştım. Daha sonra bir çok derginin editörlüğünü yaptım, yine bir çok yerde çeşitli yazılarım yayınlandı. Diğer tüm gazetecilerin de söylediği gibi; bu alana adım atan büyüsünden bir daha kurtulamaz. Ben de kurtulamadım; kopamadım… Kopmak mümkün değil; bu hazzı yaşamayan bilemez.
“Havacılık Endüstrisi”, sektörümüzün ekonomisi, sanayisi, yan sanayisi, mühendisliği ve AR&GE’si gibi konuları kapsayan, özel bir programdır; dolayısıyla da bir yanlışlık olmaması adına programımı kendim sunuyorum. Çünkü gelen konuklar ellerinde bir senaryo ile gelmezler. Dolayısıyla onlarla o kameralar karşısında sohbet etmek gerekir. Doğru soruları sorabilmek için sektörü tanımak, sektörle ilgili tüm kavramları ve terimleri bilmek, dolayısıyla konuğun anlattıklarını anlayabilmek, ona hangi sorular sorulursa izleyicilere daha faydalı olunabileceğinin bilinciyle soru sorabilmek gerekir. Yoksa vakti zamanında TALPA Başkanı Sn. Ali Ziya Yılmaz bir TV’ye açıklama yaparken olduğu gibi, kendisi “V1 Hızı” (İng. Okunuşu: Vi-van) dediğinde, onu alttaki bilgi satırına “Divan hızı” diye yazanlara benzerdik.
Üstelik, bilgi bir güçtür; bir kudrettir. Güç ise sorumluluk getirir. Her şeyden önce “bilmenin”, “söylemek” gibi bir sorumluluğu var. Yanlışı düzeltmek doğrusunu söylemekle mümkündür. Orada da söylendiği gibi; “yetişmiş bir uçak mühendisi” isem ben, bilgilerimi televizyon, dergi, gazete gibi mecralarda, bu ülkenin havacılıkla ilgili gençlerine, meraklılarına, en önemlisi geleceğin pilotlarına ve mühendislerine aktarabilmeliyim. Havacılığı sadece ilgili okulundan, fakültesinden ya da bulabilirse oturup ancak birebir sohbetle bilgi alabileceği birinden değil, televizyondan, dergiden de öğrenebilmeliler, sorularına yanıt bulabilmeliler. O koltuğa benim yerime havacılık endüstrisi ve teknolojisi ile hiçbir ilgisi olmayan bir başkası oturup, ezbere sorular sorsa ve program verimsiz bir şekilde sona erse idi belki o zaman sorulan o sorunun şekli “Neden mühendislik ve teknoloji ile ilgili bir programı yetişmiş birileri sunmuyor” olurdu.
Herkese iyi haftalar diliyorum.
Saygı, sevgi ve selam ile…
Bir yanıt yazın